GÜCÜNÜN FARKINDA OLMAK
Çok büyük yangınlar, küçücük kıvılcımlardan çıkar. Kocaman bir alevle başlayan yangın olmaz.

Çok büyük yangınlar, küçücük kıvılcımlar dan çıkar. Kocaman bir alevle başlayan yangın olmaz. Koskoca bombalar bile küçücük bir fitillemeyle patlar. Toplumsal hareketlerde böyle değil midir? Birikir birikir, biri çıkar bağırır arkası gelir. Bu biri, bazen siyasi bir parti, bazen gençlik örgütlenmesi, bazen kurumal yapılar bazen de sınıf örgütleri olur. Tekel mücadelesi buna en güzel örnek, üstelik yakın tarih. Ayrıntılarını net olarak hatırlıyoruz. AKP iktidarını şaşkına çeviren bir işçi hareketiydi. Toplumsal tepkinin Tekel işçileriyle nasıl birleştiğini izledik. Canlı bir eğitim oldu herkese. Pratik, bir kere daha teoriy belirledi. İşçisi, memuru, esnafı, genci, emeklisi hepsinin tepkisi, Tekel işçisinin çadırlarından, AKP hükümetine aktı. Bir çağlayana dönüştü. Kızılay Sakarya Caddesi’ni aştı, Tekel işçisinin sayısını kimse bilmiyor. Çünkü o çadırlarda yatanlann dışında milyonlar Tekel işçisi oldu.
Bu direnişin lideri Mustafa Türkel, o dönemde "herkes bizden kurtuluşunu bekliyor" demişti. Bu doğru bir tesbitti ama biraz eksik. Çünkü işçi sınıfının başlattığı bir hareket sadece kendisini kurtarmaz. O bir sınıf hareketidir, önce sınıfın kendisine sonra tüm topluma çözüm yolunu gösterir. Giderek büyümesi de bundandır. İstese de, istemese de bir akarsu gibi pekçok damarla birleşir ırmağa dönüşür; sonrası…
Şimdi Hava-İş’in mücadelesi de böyle. İşten atılan 305 kişi için veriliyor gibi gözüken bir direniş, ama direnişçi sayısı 305’i aştı. Atatürk Hava Limanı’nı da, Hava-İş’i de aştı. Aştı aşmasına da bilincine henüz varılamadı gibi. Sendikal Güç Birliği Platformu, "Sadece bizim desteğimizle kazanım elde edilemez. Bizim gücümüz ne kadar ki?" diye düşünebilir. Ama gerçek böyle değil. Kıvılcımı çakanın deği yangına dönüştürecek olanın gücü önemli. Tekel mücadelesinde hükümete okkalı bir tokat atan Tekel işçileri, bu tokadı sadece kendi güçleriyle mi attılar? Türk-İş yönetimi o dönem hükümetten yana bu kadar açık tavır alamıyordu ve ister istemez kapılarının önünde gerçekleşen bu mücadelenin içine giriverdiler. İşçi ve memur konfederasyonlarının birleşerek soruna sahip çıkması tokadı okkalı yaptı. Şim di de önce Türk-İş Konfederasyonu’nun işin içine girmesi gerekiyor. Ya girecek ya ilk yarıda saha dışı kalacak.
İlle de sendika ille de sendika
Tek Gıda-İş Sendikası nın örgütlendiği UNİGUM sakız fabrikasında da işverenlerin örgütlenme karşısındaki kaçınılmaz tavrı sergilendi. 7 işçi işten çıkartıldı. Simdi buraya kadar normal karşılıyoruz. Kabullenmişiz, allanın emri işveren sendikalı işçiyi işten çıkartır. Kapının önündeyiz, sendika açıklama yapacak, işçiler slogan atacak, notlar alınıp haber yapılacak. Konuşmalar başladı, Tek Gıda-İş Sendikası’nın İstanbul Şube Başkanı Yunus Durdu’nun konuşmasının ardından Türk-İş Kocaeli Temsilcisi konuşmaya başladı. Öğrenmenin yaşı yokmuş derler hani. Ben de bir şey daha öğrendim. Eğer işveren işçinin hakkını verse imiş, sendikaya gerek kalmazmış. Yani işyerine sendikanın girmesinde önce işveren suçlu. Sendika, zaten haksızlık varsa olmalı. Anayasal bir hak olarak tanınmış ama gene de lüzumsuz olabiliyor muş. Bunu söyleyen bir işçi konfederasyonunun temsilcisi, iktidar partisinin ya da işverenin değil. İşte gücünün de kimliğinin de farkında olmamak böyle bir şey.
Şaştım kaldım.