Sınıfın tekrar tarih sahnesine çıkması, sancılı doğum gerektiriyor
Son zamanlarda yaşanan Tekel direnişi başta olmak üzere irili ufaklı mücadeleler umutları artırmakla birlikte, 80’lerin sonundaki “işçi baharı”nın akıbeti herkesi daha temkinli davranmaya zorluyor
Uzun yıllar boyunca insanlar sınıfsız kaynaşmış bir toplum olduğumuza inandı, inandırılmaya çalışıldı. İktidar güçleri dışındaki sınıfların sesinin yükseldiği 1960-80 dönemini noktalayan 12 Eylül sonrasında ise sınıflardan söz etmek bir tür dinozorlukla özdeş kabul edildi. Fakat sınıfsal çıkarlar ve söylem sonsuza kadar bastırılamayacağından, insanlara, hayaller dünyasına yolculuk etmenin sadece ve sadece kendi ellerinde olduğu propagandası yapıldı ve sınıfsal söylemin kullanılması aşağılandı. Zaten sınıf temelli siyasete çok yakın durmayan toplumun büyük çoğunluğuna, eskiden sınıfsal bakışa sahip ama zaman içinde kendini çağın koşullarına uydurduğunu söyleyen eski solcular da eklendi. Tarihin sonunun geldiği masalına inanan ve toplumu da buna inandırmaya çalışanlara rağmen tarihin devam ettiği gerçeğinden kaçılamadı. Evet! Tarih devam ediyor. Fakat, sınıfın tekrar tarih sahnesine çıkması sancılı bir doğum gerektiriyor. Son zamanlarda yaşanan Tekel direnişi başta olmak üzere irili ufaklı mücadeleler umutları artırmakla birlikte, 80’lerin sonundaki “işçi baharı”nın akıbeti herkesi daha temkinli davranmaya zorluyor.
Belki önümüzdeki dönemde son aylarda ivme kazanan emek merkezli hareketliliğe rağmen pratikte bir geri çekilme yaşanabilir. Fakat bu süreçteki inkâr edilemeyecek en büyük kazanım, sınıfın geri dönüşüdür. Kapitalizmin küresel düzeydeki krizinin ve yükselen emek muhalefetinin bu kazanımın sürekliliği bakımından önemli bir avantaj sağladığı da unutulmamalıdır. Sınıfın mücadele pratiğiyle tekrar sahneye çıkıyor olmasına karşın zihinsel dünyadaki gelişmelerin ne kadar buna paralel bir seyir izlediği sorusunu sorup, karşılığını samimiyetle bulmak gerekir. Arkaik olmakla suçlanan sosyalistler, tarihe süreklilik içinde bakıyor olmalarının getirdiği avantajı bilgi ve inançla tamamladıklarından sınıfın tekrar görünür hale gelmesi karşısında en ufak bir şaşkınlık yaşamamış, moral destek sağlayan ortamının getirdiği coşkuyu siyasal mücadeleye taşıma gayreti içine girmişlerdir. Fakat burada bir başka risk belirmeye başladı. Şöyle ki; Emekçi sınıfların varlıklarını hissettirmesi son derece önemli ise de, iktidar mücadelesi farklı sınıfların bilek güreşi kadar ittifaklarını da içererek sürer. Bu nedenle tarihsel eğilimlerin kendiliğinden belirginlik kazanması kadar o tarihsel dönemdeki sınıfların varoluş biçimi de bir o kadar önemlidir. Her şeyin tarihsel olduğundan söz edilmesi, o şeylerin devinimin içinde olduğu önkabulünü de içerir. Toplumsal süreçlerin kavranılması ve siyasal mücadelenin sürdürülebilmesinde tutulması gereken yolu gösteren Marx’ın şu sözlerini bu bağlamda ele almakta fayda var: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.” (1) İnsanların kendi tarihlerini yapabilme olanağı siyasal mücadeleleri anlamlı kılarken, verili koşulları gözardı edecek bir çaba da hayalperestlikten öteye bir anlam ifade etmeyecektir. Teorik düzeyde bu gerçeklik dile getirilmekle birlikte somut süreçler ele alınırken bu önkabuller istemeden de olsa kimi zaman gözardı edilebilmektedir.
Bu ülkenin verili koşullarının tanımlanması noktasında elde ne kadar bir birikim bulunduğu ve bunların ne kadar sağlıklı olduğu şeklindeki bir tartışmanın polemik sınırları içinde sıkışma tehlikesinden ötürü bu soruların cevabını herkesin kendisine bırakıyorum. Bunun yerine, sürüp giden devinimin sınıfları, özellikle de egemen sınıflar dışında kalan kesimleri nasıl dönüştürdüğü üzerinde duracağım. Kendilerini özlerine uygun bir şekilde görünür kılıp ideolojilerini rafine hale getirme kabiliyetine sahip olan ve toplumsal hiyerarşi içindeki konumlarını istikrarlı biçimde yeniden üretebilen (kastedilen, egemen olma durumlarını yeniden üretebilmeleridir, kendi içlerindeki mücadelelerin yarattığı dalgalanmalar yok sayılmamaktadır) egemen sınıfları bu çalışmanın sınırları dışında tutacağım. Çünkü, çeşitli açılardan değerlendirmek mümkünse de, konuyu, henüz birçok alanda olduğu gibi sınıfsal oluş sürecini tamamlamamış bir yapı tespitinden hareketle ele alacağım. Bu nedenle de, oluş sürecinin karakteristik özelliklerini taşıması bakımından diğer toplum kesimleri üzerinde duracağım. Oluş sürecine özgü özellikleri tek tek saymak bir hayli zorsa da bunlardan sadece konumuz bakımından önem taşıdığını düşündüğüm şu özelliklere dikkat çekmekle yetineceğim:
-Geleneksel üretim tarzı zamana yayılarak çözülmektedir.
-Kırdaki çözülme insanların doğrudan modern kapitalist üretim sürecine eklemlenmesi anlamına gelmemektedir.
-Mekânsal hareketlilik kırdan kente doğrudur.
-Sınıflar arasında dikey geçişler bir hayli yaygındır.
-Sınıfların niceliksel büyüklükleri sürekli değişmektedir.
-Sınıfların bilincini, ideolojisini, ilişkilerini eklektik bir karaktere sahip olduklarından tanımlamak son derece zordur.
Oluş sürecine ilişkin bizim için yukarıdaki çerçeve yeterliyse de, son olarak, Mübeccel Kıray’dan şu alıntıya açıklayıcılığından ötürü yer vermek istiyorum: “Özellikle bugünün hızlı değişen toplumlarında artan saf tipler sözkonusu olamaz. … Denge halini sürdüren, toplumdaki çeşitli kurum ve değerlerin birbirleri ile bağlantısını devam ettiren, değişmenin hızına ve yönüne bağımlı iki oluşum göze çarpar. Bu iki oluşum genellikle yapının daha çabuk değişen yönleri ile daha yavaş değişen yönleri arasında beliren açıklığın (lag) doldurulmasını temin eder. Ve dolayısıyla çözülmeyi (disorganization) ve bunalımı önler. … Göreli olarak daha hızlı ve daha kapsamlı değişme hallerinde, her iki temel yapıda da görünmeyen, fakat oluşum içerisinde beliren ve bütünleşmeyi sağlayan kurumlar ve ilişkiler ortaya çıkar ya da eski kurumlar yeni fonksiyonlar kazanır. Bu hal, sosyal yapının her kurumu, ilişkisi ya da bunlarla ilgili değerlerin hepsinin aynı anda ve aynı hızla değişip, aynı süre içerisinde yeni bir yapı haline gelmemesinden doğar. Değişmenin bunalımsız olmasını sağlayan, çözülmenin önüne geçen ve her iki sosyal yapıya da ait olmayan bu yeni beliren kurumlar, ilişkiler, değerler ve fonksiyonları biz “tampon mekanizmalar” terimi ile ifade ediyoruz.” (2)
“Tampon mekanizmalar” kavramı Türkiye’de yaşanan hızlı değişim sürecinin ortaya çıkarttığı kimi zaman tanımlama zorluğu çekilen kurumları ve ilişkileri anlamlandırmak bakımından son derece işlevseldir. Fakat buradan hareketle, tüm diğer örneklerden ayrı özgün bir toplum olunduğu ve kapitalizm dışı bir durumun varlığı gibi daha çok moral dünyada anlam ifade eden sonuçlara da ulaşmamak gerekir. Bu bakış açısı doğru kullanıldığında ortadaki karmaşık görüntü ve iktidarın kontrolü dışında gibi algılanan kurumlar-ilişkiler, kapitalizm ve iktidar ilişkileri bağlamında anlam kazanacaktır. Dolayısıyla sınıfların oluş süreçlerini ele alırken ve geleceğe doğru projeksiyonlarda bulunurken bu çerçevenin önemli yararları olacaktır. Eğer kavramların içeriğine uygun saf tipler üzerinden açıklayıcı çerçeve kurulursa, belki, içselleştirilen teoriye uygun bir bütünlük kurulabilir, fakat bu yaklaşımla hem sınıfların gelişim süreçleri hem de insanların sınıfsal aidiyetleriyle çelişik görünen davranış biçimleri yeterince kavranılamaz. İnsanların kendi tarihlerini ancak verili ve geçmişten kalan koşular içinde yaptıklarını kabul ettiğimizde bu tarihsel zemini gözönünde bulundurarak sınıfların varoluşlarını kavramaktan başka çare kalmamaktadır.
Buraya kadar çizilmeye çalışılan çerçeve, yazının bundan sonraki bölümü için bir çıkış zemini görevi görecektir. Bir kez daha belirtmek isterim ki, bu yazıda amaçlanan, sınıfların özet tarihini ortaya koymak değildir. Sadece üç toplumsal kesim (sınıf) üzerinde duracağım; kırsal kesim, esnaf/küçük ölçekli sermaye ve bürokratlar.
————-
Dipnotlar:
1) Karl Marx, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire”i”, Seçme Yapıtlar 3, Sol Yayınları, sf.477
2) Mübeccel Kıray, “EREĞLİ Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası”, İletişim Yayınları, sf.15-16