‘EMEKÇİ’ HAKLARINI HOCAMIZA SORDUK, YANITLADI
1 Mayıs yaklaştıkça emekçilerle ilgili çeşitli çevrelerce toplantılar yapılmakta, emekçi hakları ve bu haklara karşı sermayenin giderek yükselen saldırısı tartışılmaktadır.

1 Mayıs yaklaştıkça emekçilerle ilgili çeşitli çevrelerce toplantılar yapılmakta, emekçi hakları ve bu haklara karşı sermayenin giderek yükselen saldırısı tartışılmaktadır.
Bu saldırılara karşı eski tip örgütlenmenin modasının geçmiş olduğu sıkça vurgulanmakta ve bu durumdan bir çıkış aranmaktadır. Buna yönelik olarak da önce sistemin yeni üretim süreç ve koşullarının analiz edilerek anlaşılmasına çalışılarak ne tür bir emekçi örgütlenmesine gidilmesi gerektiği üzerinde kafa yorulmaktadır. Tüm bu mücadele ve arayışlara büyük saygı duymakla beraber, gidilen yolun ve tartışmalarda kullanılan söylem ve kavramların mücadelede başarıya fazla hizmet etmeyeceğini düşünmekteyim. Bu yazıda ve ilerideki yazılarda, bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir defa, tarihsel süreç üretimin konjonktürel örgütlenme ve işleyiş biçiminin anlaşılarak ona yönelik bir mücadele örgütü kurmanın başarıda önemli olduğu görüşünün yanlışlığı ya da fazla işe yaramadığı bizzat tarihsel süreçte kanıtlanmıştır. Fordist üretim süreçlerinin geçerli olduğu, hatta Fransız ve İtalyan komünist kökenli sendikalarla güçlü bir sendikacılığın yürütüldüğü dönemlerden bugünlere gelmiş olmamız, koşullara göre sendika oluşturmanın hemen hiçbir şeyi çözmediğinin en önemli kanıtıdır. Zira, sermaye yapısının değişmesi yarattığı çeşitli sorunlar yanında işsizlik yaratıp sendikaları işlevsiz kılmıştır.
Hal böyle olunca, var olan duruma göre değil, ana dokuyu, yani ekonomik sistemi hedef alırcasına bir sendika kurmak ve sendika-siyaset ilişkisini gündeme getirmek gerekmektedir. Diğer bir mesele, emekçi mücadelelerinde kullanılan kavram ve sloganlarla ilgilidir. Emekçiler taşeronlaşmaya karşı çıkıyorlar, her ay onlarca emekçi iş cinayetlerinde can veriyor, asgari ücret artık bir kişiyi bile doyurmaya yetmiyor ama yine emekçiler, hem de hiç vazgeçmeden, "emekçi hakları" meydanlarda haykırıyorlar. Tüm bu koşullara rağmen, anayasa yapılmaya çalışılırken, bir iki cılız talep dışında, emekçiler ne istediklerini kamuoyu ile paylaşarak ve seslerini yükselterek ilgililere güçlü olarak iletmiyor. Ama sadece "emekçi haklan" diye belli belirsiz serzenişte bulunuyorlar.
Bu tür bağrışmalardan bir sonuç alınamıyor. Bunun sebebi ise çok açıktır; emekçinin olduğu her durumda, doğal olarak, karşıda sermayedar vardır ve karar sermayedardadır. Kapitalizmin hiçbir aşamasında olmadığı gibi, bu aşamasında da sermayedar emekçiye yüzünü dönmek durumunda değildir, olamaz da, çünkü hem sermayedar sıkışık, hem de emekçiler artık eski güçlerinde olmadığı gibi, yanlarında da artık büyük destekçileri olan sosyalistler yoktur.
O zaman ne yapmak gerekir. Birincisi emekçi emeğine saygı duyarak, üretimine sahip olmaya çalışmalıdır, artık meydanlarda bunu dile getirircesine bağırmak durumundadır. Emekçiler bu bilince ulaşmamak için dinciler ve faşist milliyetçiler tarafından baskı altında tutulmakta, emekçiler de, sosyalistleri başka mantıkla, milliyetçileri ise başka mantıkla kendilerine uygun görerek baskılara tahammül etmekte, hatta kendilerini sömürmeye ya da sömürüye itmeye yeltenenlerle ittifak kurmaktadır. Peki, emekçiler ne istemelidir? Bu sorunun yanıtı çok açıktır. Emekçiler yarattıklarına yabancılaşmamak, yani "insan olmak" istemelidirler.
Şimdi emekçi olanlar, artık insan olma konumunu talep etmelidir, insan olma arzusu tarihsel konuma dönüş talebidir. Şöyle ki, emekçi tarihsel olarak insan idi, feodal ya da kölelik döneminde köle haline dönüştürüldü, kapitalizm ise insanı emekçi dokusuna dönüştürerek, onu ürününe yabancılaşırdı. Şimdi emekçiler eğer yarattıklarına yabancılaşarak sömürülmek istemiyorlarsa emekçi konumundan insan konumuna geçmeyi talep etmelidirler. Emekçi, emekçi olarak doğmaz, insan olarak doğar, sistem onu doğal durumuna yabancılaştırarak emekçi yapar. Emekçilerin insan olma istek ve talepleri, aslında kurtuluş amacıyla örtülü olarak sisteme yönelik saldırıdır.
Zira, kapitalizmin emekçi yaptığı insanların insan olmaları ancak kapitalizmin sosyalizme dönüşümü ile olanaklıdır. Tarihi mücadelenin ilk adımları toplumsal tabuları yıkıcı olacağı kadar, görüntü olarak masum olmak durumundadır. is Böylece iki amaç güdülmüş olur. Birincisi, bu stratejide toplumsal sempati kazanılır ve mücadele çok ciddi tepki ile karşılaşmaz. İkincisi, bizzat emekçiler bu mücadelede yabancılaşma kavramı üzerinde yoğunlaşıp bilinçlenerek güç kazanırken sömürücüleri ürkütürler. Mücadele uzun erimli bir süreç olup, sonuç bir gecede alınmaz.
Bugünün emekçileri insan olmak ğ’ istediklerini haykırdığında bu "5 mesajı iş çevreleri ve siyasiler çok doğru ve o kadar da korku ile algılarlar. Bu algılama geçiş sürecinde bugünün emekçilerine emekçi olarak bazı haklar sağlayabilir. Strateji sonucunda bazı hakların kazanılması zafer olarak görülebilir, ancak bu sahte parıltı, sosyal demokrasi politikaları dönemlerin de olduğu gibi, asıl hedefi perdelememelidir. Sosyal demokrasi konusunu gelecek hafta tartışmak üzere…