DÜNYA SAVAŞI İHTİMALİ YOK
EKONOMİK KRİZİ SOLDAN TARTIŞMAK / YAZI DİZİSİ – 5 –
Prof. Dr. E. Ahmet Tonak, bu krizin derin, yaygın ve genelleşmiş bir kriz olduğunu söyledi. Buna karşın Tonak, krizin bir dünya savaşına neden olmayacağını dile getirdi
Yazı dizisinin bugünkü bölümünde BirGün yazarı ve Bilgi Üniumitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. E. Ahmet Tonak’ın sorularımıza verdiği yanıtlan sizlere aktarıyoruz. Tonak, dünyadaki krizin nedenlerinden, doğuracağı sonuçlara kadar tartıma konusu olan pek çok konuda önemli tespitlerde bulundu. Ayrıca, krizin Türkiye’ye etkilerini berlirten Tonak, ortaya çıkan tahribata karşı ne yapılması gerektiği yönünde önerilerini de sundu.
Kapitalizmin yaşadığı yeni krizin temel dinamikleri sizce nelerdir?
"Yeni kriz" deyimi eski krizlerin varlığını, "temel dinamikler" de asli ve ikincil nedenlerin mevcudiyetini ima ediyor. Bu gözlemler genel olarak tabii ki doğru. Marx’ın terminolojisi ile sorunuza cevap vermeye çalışayım. İlkin ağızlara sakız olmuş kriz sözcüğü üzerinde durmak istiyorum. Marx, bilindiği üzere Kapital’in I. cildine kapitalizmin zenginliğinin bize, "muazzam bir meta yığını" olarak göründüğünü hatırlatarak başlar. Burada, altı çizilen, kapitalizm öncesi toplumlar ile kapitalizm arasındaki farklılığının metaların var olup olmamasında değil, metaların "muazzam.. yığın"lar halinde, yani genelleşmiş bir biçimde, insanlık tarihinde ilk defa kapitalizmde ortaya çıkmış olduğudur.
KISMİ BİR KRİZ DEĞİL
Bence, kapitalizmin krizi konusunu tartışırken de bu tür bir "genelleşmiş" olma niteliğinin varlığını ve önemini bilerek tartışmak gerekir, örneğin, günümüz krizinin iktisadi ve siyasi kerteleriyle sistemin yeniden üretimini derin bir biçimde tökezletecek şekilde tezahür ettiğini görüyoruz. Çöküntü yaygın ve derindir. İşte bu anlamda genelleşmiş bir krizden söz ettiğimizi vurgulamak istiyorum. Kısmi bir krizden ya da iş çevrimleri şeklinde daha sık aralıklarla yaşanan durgunluklardan söz etmediğimizi netleştirmekte fayda var.
Kapitalizmin genelleşmiş krizi Marx tarafından karlılığın uzun dönem düşme eğilimi yasası ile açıklanmıştır. her krizi akıllara bir dünya savâş ihtimali getiriyor.
KOMPLEKS BİR SÜREÇ
Kapitalizm genetiği icabı krizsiz yapamaz. Ama her kriz genelleşmiş kriz değildir. Kapitalizmin tarihinin, genelleşmiş krizlerin doğurduğu uzun dönem dalgalanmaların (30-40 yıllık), bu dalgalanmalar üzerine oturan kısa (3-4 yıllık) ve uzunca (7-10 yıllık) iş çevrimleri temelinde, ekonomi dışı (savaşlar, iklim değişiklikleri, vs), konjonktüre! (arz ve talep dengesizlikleri, vs) faktörlerin de etkilediği kompleks bir süreç olarak anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.
SOLCULARI BİLE RAHATSIZ EDİYOR
Kapitalizmin genelleşmiş krizi Marx tarafından karlılığın uzun dönem düşme eğilimi yasası ile açıklanmıştır. Derin ve yaygın krizlerin temel dinamiği her zaman bu eğilim ile açıklanır. Kapitalizmin "yasalarından söz etmek maalesef günümüzde solcuları bile rahatsız eder oldu. Ama unutulmamalıdır ki, Marx’ın tamamlanmamış Kapital projesi bizatihi kapitalizmin hareket yasalarını keşfetme çabasıdır. Marx’ın kârlılığın düşme eğilimine yasa statüsü atfetmesi, sermaye birikiminin karşılaştığı diğer sorunları (eksik tüketim, ücret artışları yüzünden karlılığın azalması vb) ikincil, hatta zorunluluk arzeden, temel kriz eğiliminin tezahürü olarak görmesindendir.
KANITLARIMIZ ABD EKONOMİSİNDE
Buradan "temel dinamikler" meselesine girip, günümüz krizi ile bağlantıyı kurabiliriz. Kanıtlarımızı ABD ekonomisinden verelim. Öyle ya, ABD hâlâ kapitalist dünyanın en büyük, motor ekonomisi. Ayrıca, son depresyonun da çıkış noktası. Marx’ın sözünü ettiğim yasası, kârlılığın, üretimin mekanizasyonu yüzünden düştüğünü önerir. Kapitalistler arası acımasız rekabetin dayatmasıyla uygulanan mekanizasyon hem piyasa payını (birim maliyetleri düşürme yoluyla) hem de emek verimliliğini (sömürüyü yoğunlaştırarak) arttırmanın en etkin şeklidir. Kârlılığın düşmesi giderek kar kitlesinin (miktarının) ilkin artışını duraksatır, sonra da azaltır. Dolayısıyla karlılık düşmesi aynı zamanda, kâr kitlesinin zaman içindeki temposunda dalgalanmalara yol açmış olur. Bu da yatırımların cazibesini yitirmesi krizin açığa çıkması demektir.
Kredilerle şişirilmezse bu ekonomi kendini sürdüremez
Başbakan Erdoğan krizin Türkiye’yi teğet bile geçmeyeceğini söylüyor. Sizce Türkiye krizden ne kadar etkilenir?
Çok etkilenir. Zaten, Türkiye 2009’da da dünya rekoru kırmışü daralma miktarı ile. Türkiye ekonomisi 2007 öncesi ABD ekonomisine giderek aşırı benzemekte. Dışardan birileri finanse etmezse, içerde tüketim kredilerle şişirilmezse bu ekonomi kendini sürdüremez. Kaldı ki, büyüme sayıları baz etkisiyle, yani duraksayan bir ekonominin tekrar hareketlenmesiyle bayağı abartılı çıkmaktadır. Unutulmaması gereken büyümenin istihdam yaratamadığıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin kredi ile pompalanan tüketimi, dış finansman desteği ve girdileri ile yürütülen üretimi, dünya ekonomisinin artık herkesin kesin gözüyle baktığı çöküşünden ister istemez derinden etkilenecektir.
MARKSİSTLER ORTAYA KOYDU
Bu yasal beklenti (!) ABD başta olmak üzere bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde II. Dünya Savaşı sonrasından başlayarak kısa dönem indi-bindileriyle 1970’lere kadar bir uzun dönem eğilimi olarak gerçeldeşmiştir. Başta Anvvar Shaikh olmak üzere bir çok Marksist’in bu alanda ürettiği ampirik çalışmalar karlılığın azalması sürecini ve buna bağlı olarak kâr kitlesinin dönemsel dalgalanmalarını tartışmasız bir biçimde ortaya koymuştur.
SERMAYE PANİĞE KAPILDI
1970’lerdeki krize, sonraları Büyük Resesyon denmesine rağmen, yaşanırken Büyük Depresyon diyenler de çıkmıştı. İşte böylesi bir konjonktürde sermaye paniğe kapılmış, kârlılığın restorasyonu için çok cepheli bir saldırıya geçmiş ve önceki dönemlerde görülmemiş düzeylerde radikal tercihler (faiz hadlerini düşürmek, finans sektöründe akıl almaz deregülasyonlar) yapar olmuştu. Neo-liberalizm denen dönem böyle başlayıp, günümüz krizinin tetiği mortgage balonunun patlamasıyla çekilene kadar sürdü.
KRİZİN PATLAMASI KAÇINILMAZDI
Kârlılığı restore eden neo-liberal politikalar, küresel ölçekte empoze edilen fınansal deregülasyonlar, düşük faiz hadleri hem ücretleri düşürülen emekçilerin tüketimini pompaladı hem de sermayeye nefes aldırarak bizzat sermayenin tahakkümünü yaygınlaştırdı. Göreli olarak şişen hayali sermaye (finans ve ticaret), emlak balonunun önlenemez yükselişi, sistemin artık-değer kapasitesini zorlamaya başlayınca yaşadığımız krizin patlaması kaçınılmazdı. Nitekim, genelleşmiş krizin temel dinamiklerini aktarmaya çalıştığım şekilde görenler bu kaçınılmazlığı kriz ortaya çıkmadan, yıllar öncesinden, dillendirmeye başlamışlardı. Ben de, 2004 Aralık ayında Cumhuriyet gazetesindeki bir söyleşide fazla ayrıntıya girmeden emlak balonunun patlayacağını ve genelleşmiş bir krizi tetikleyebileceğini ifade etmiştim.
SOLUN KENDİ KLİŞELERİ VARDIR
Kapitalizmin büyük buhranlar yaşadığı dönemlerde hep ‘acaba bir dünya savaşı çıkar mı?’ soruları sorulmaya başlanır. Sizce yeni bir dünya savaşının gerçekleşme olasılığı bulunuyor mu? Solun kendi klişeleri vardır. Mesela, eksik tüketim; yani, aptal kapitalistlerin düşük ücret verdikleri işçilere satamayacakları malları ürettirip, sonra da satamayınca kendilerinin sebebiyet verdikleri krizi farkedip şaşkınlığa kapılmaları senaryosu. Bu savaş meselesi de böyle. II. Dünya Savaşı’nın 1929 krizinden sonra yaşanmış olması, Vietnam Savaşı’nın ABD’nde büyümeyi hızlandırması vb. "tarihin tekerrürü" babında her kriz yaşandığında "bu kriz savaş çıkartır" klişesini gündeme getiriyor. Bu yanlış beklenti bir ölçüde tam olarak Büyük Buhran’da ne olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor.
BÜYÜK BUHRAN’DAKİ SÜREÇ
Daha önce BirGün’de de yazmıştım, ABD’nde 1929-1933 arası yaşanan Büyük Buhran’ı 1933-37 arası büyüme izlemiş, hatta 1936’da GSYİH’nın yıllık artışı yüzde 14 seviyesine varmıştır. Bütçe açıkları göze alınarak gerçekleştirilen bu büyümenin akabinde, Roosevelt hükümeti açıkları azaltabilmek için devlet harcamalarını ciddi biçimde kısmıştır. Fakat bu politika işsizliğin tekrar yükselmesine ve ABD ekonomisinin 1938’de yeniden resesyona girmesine yol açınca devlet harcamaları tekrar arttırılmaya başlanmıştır. 1939 yılında devlet 1 milyar dolar borçlanarak askeri harcamalarını arttırmıştır. Ve Pearl Harbor baskınından sonra, 1941 sonunda ABD savaşa girene kadar sanayii yüzde 50 büyümüştür!
ABD ZATEN BÜYÜYORDU
Dolayısıyla, buhran – savaş ilişkisi üzerine buradan çıkartılacak sonuç, ABD ekonomisinin zaten 193336 arası büyümeye başlamış olduğu ve II Dünya Savaşı’nın buhrandan çıkmayı sağlayıcı değil, sadece büyümeyi hızlandırıcı bir rol oynadığıdır.
Şunu da eklemeliyim, savaş dediğimiz şey sihirli değnek değil. Savaş büyümeyi hızlandırıyorsa bu devletin izlediği politikalar yüzündendir. İki yoldan büyüme temposu arttırılabilmektedir; biri, silah üretimini hızlandırarak, diğeri de, işsizleri hem silah sektöründe hem de ilişkin sektörlerde, ama daha da önemlisi orduda işe alarak. Dolayısıyla, aynı etkinin savaş olmaksızın da yaratılabileceği apaçık olmalı. Savaşın çözüm olabileceğini söylemek solun güçsüz olduğunu, aynı sonucu doğuracak benzer politikaları devlete yaptırttıramadığını teslim etmekle aynı şeydir. Sorunuza kısa cevap, yakın dönemde parçalanmış hegemonyanın dayattığı yapısal nedenlerle dünya savaşının çıkma ihtimalinin olmadığıdır.
SOKAĞA ÇIKMA EKSİK
Tüm dünya emekçileri, kapitalizmin krizinin ortaya çıkardığı derin tahribata karşı nasıl bir mücadele hattı örmeli? Kriz, ücret ve maaşlarıyla, onlar yetmediği için borçlanarak hayatlarını sürdürmeye çalışan herkesi vurmuştur. Daha da vuracaktır. Dolayısıyla, yıllardır "sistemi dünya kapitalizmine nasıl entegre ederim", "parsayı nasıl kaparım"dan başka bir şey düşünmeyen, bu nedenle de hızla ülkeyi uçurumun eşiğine getirenlerden umudu kesmemiz gerekiyor. Bunu yapınca, alternatif otomatik olarak ortaya çıkmıyor, onu da bizzat kendimizin yaratacağını kavramamız lazım. Dünya kaynıyor, yanıbaşımızdaki Yunanistan’dan New York’ta 200-300 gencin başlattığı ama bütün ABD’ne yayılan hareketlerden öğrenecek çok şey var. İlham kaynağımız eksik değil, ama davranma, sokağa çıkma eksik. Şüphesiz bu mobilizasyonun bir tür sosyalizm vizyonu ile bezenmesi şart-Yoksa, küreselleşme karşıtı bir çok karşı çıkışlarda yaşadığımız üzere heba olur, sönümlenir gider.
Avro Bölgesi ülkelerinden ard arda gelen olumsuz ekonomik gelişmeler sizce AB projesinin de çatırdamasına yol açabilir mi?
Yüzde yüz, bakın yüzde doksan demiyorum. AB projesi başından beri küresel ölçekte kapitalist bölgeler arası rekabetin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmış ve de bu yüzden ölü doğmuş bir birlikteliktir. Bunun böyle olmadığını söyleyenler maalesef kapitalist işletmeler ve kapitalist bölgeler/ülkeler arası rekabetin aslında kıran kırana bir savaş şeklinde yaşandığını, dolayısıyla tanımı gereği yıkıcı tahribatlarla bezeli olduğunu sezemeyenlerdir. Avro sisteminden yakasını kurtarmak isteyenler neredeyse sıraya girdi. İsteyerek mi, tabii ki değil. Son çare olarak görülüyor AB’nin, daha doğrusu Almanya’nın tahakkümünden kurtulmak.