Birinci Dünya Savaşı, 1930 iktisadi buhranı ve sonrasında İkinci Dünya Savaşı, insanlığın 50 yılını götürdü. Genel olarak savaşların ve buhranın ekonomik maliyeti, üretimde daralma, enflasyon, gelişmekte olan ülkelerin kamu borçların da artış, işsizlik ve yoksulluk olarak sonuçlandı. Ekonomik sorunlar Demokrasinin askıya alınmasına, dikta rejimlere neden oldu. Dünya Hitler Faşizmini yaşadı. Bu süreçten gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin tümü etkilendi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmekte olan ülkelerin kalkınması için "İktisat literatüründe "Kalkınma iktisadı "öne çıktı.
Aynı paralelde, gelişmekte olan ülkelerin; tarım sektöründe işgücü fazlalığı ve gizli işsizlik, ekonomide faktör verimliliğinin düşük olması, sermaye birikiminin yetersiz olması, Ar-Ge ve teknolojide yetersizlik, hızlı nüfus artışı, ikili ekonomik yapı, piyasaların daha sığ olması nedeni ile bu ülkelerde kalkınma ve ekonomik istikrar için devlet ve planlama önem kazandı.
Türkiye de, 1930 sonrası devletçiliğin başarılı olması da, 1933-1938 arasındaki birinci sanayi planının başarısından ileri geliyor. Birinci sanayi planı döneminde devlet hedeflenin üstünde altyapı, fabrika yapmış aynı zamanda demiryolları ve limanları millileştirilmiştir.
1980 öncesi Dünyada yaşanan yüksek enflasyon ve 1984 Latin ülkeleri borç krizi nedeni ile Keynesgil politikalar suçlandı. 1980 sonrası Monaterist politikalar öne çıktı ve küreselleşme süreci ile kalkınma iktisadı rafa kaldırıldı. Gerçekte ise yozlaştırılan bu politikalar Keynesgil politikalar değildi. Özellikle bizde ve Latin ülkelerinde ekonomik istikrarın bozulması siyasi popülizm nedeniyle oldu.
Ku¨reselles¸me su¨reci, devletin zayıflamasına, planlamanın kaldırılmasına; speku¨lasyonun ha^kim oldugˆu bas¸ıbos¸ piyasaya, du¨nyada ekonomik kriz aralıgˆının sıklaşmasına, kriz maliyetlerinin fakir halkın ve c¸alıs¸anların sırtına yu¨klenmesine neden oldu.
Dünyada ekonomik krizlerin temelde iki nedeni olmuştur;
* Birisi spekülatörlerin piyasaları bozmaları ve hükümetleri kontrol etmeleri;
* İkincisi ise siyasi popülizmdir.
Devletçilik ve planlama spekülatif piyasaların ve popülizmin panzehiridir.
1) Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasında piyasa bas¸arısızlıgˆını en aza indirmek gerekir. Bunun ic¸inde devletin piyasaya müdahale etmesi, rekabet altyapısı sagˆlaması ve kurumsal yapıyı gelis¸tirmesi gerekiyor.
Devlet piyasada spekülatif faaliyetleri önler ve rekabetin önünü açar. Elbette bu devletin kurumsal devlet olması gerekir. Türkiye de Devlet- Piyasa optimum dengesini kurmak zorundayız.
2) Makro planlama da, hem spekülasyonun önlenmesi açısından önemlidir hem de siyasilerin popülizmini frenler.
Planama ile sermaye piyasası ve reel ekonomi arasında, finans sektörü ile reel sektör arasında koordinasyon ve denge sağlanır. Spekülatif piyasalar önlenmiş olur.
Popülizm kaynakların en etkin bir şekilde dağılmasını engeller. Çünkü popülizmde hedef kamu ve özel kaynakların etkin dağıtılması değil, siyasi oy hesabıdır.
Planlama, gerek özel tasarrufların ve gerekse kamu kaynaklarının önceden hangi alanlara tahsis edileceğini düzenler. Kamu kaynakları yasayla, özel tasarruflar teşviklerle yönlendirilir. Bu yolla siyasilerin kamu kaynaklarını popülizm için kullanması önlenmiş olur.
Türkiye de, 1963-1968 siyasi popülizm olmadığı için birinci beş yıllık planda yüksek büyüme sağlanmıştır. Enflasyon düşük kalmıştır.
Elbette, devletçiliğin ve planlamanın başarılı olması için kurumsal devlet, demokratik ve hukuki altyapı olmalıdır.