Demokrasilerde halkın oylarıyla görevlendirilen siyasal iktidarların yönetim amaçlarından biride temsil etme iddiasında oldukları toplumun ayrımsız bir biçimde insanca yaşama arzu ve özlemlerini mevcut kaynak ve imkanları en verimli şekilde kullanarak karşılamaktır.
Hükümetler tüm ekonomik, sosyal, siyasal proje ve programlarını buna göre hazırlayıp uygulama gayret ve görüntüsü içinde olmaya çalışırlar.
Elbette Sadece hazırlanan ve öngürülen projeleri hayata geçirmek tek başına anlamlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü projelerin yaşama geçirilmesiyle birlikte bu proje ve programlardan kimlerin nasıl, ne oranda faydalandığı da çok önemlidir.
Fabrikalar kapatılarak hitap ettikleri Pazar alanları yeni sahiplerini bulurken, Kamu mülkiyetinin özel mülkiyete dönüşmesi bir ekonomik anlayış ve projenin uygulanmasıdır. Bu projeler; halkın oylarıyla seçilmiş uygulayıcı hükümet ve siyasiler tarafından halka daha iyi ve daha insanca bir yaşam vaadi ile olanakların yaratılması için gerçekleştirildiği iddia edilir. Bu projelerle, mülkiyetin yaygınlaştırılacağı, iç ve dış borçların dengeye oturtulacağı, üretim ve istihdamın sağlanacağı söylenir. Ancak projelerin uygulanması ve sonuçlarının ortaya çıkmasıyla işin doğrusu böyle olmadığı anlaşılır ancak iş işten geçmiş olur.
Dolaysıyla Türkiye’de kaç tane Sümerbank fabrikası, kaç tane Tekel sigara fabrikası, kaç tane maden işletmesi, kaç tane tütün işletmesi, kaç tane tarım işletmesi, enerji, telekom, liman, et balık ve sanayi işletmesi halkın refah ve mutluluğu iddiasıyla satıldı. Bunları hiç merak ettiniz mi? Bu işletmelerden kaç bin işçinin, kaç bin memurun kaç bin personelin kapının önüne konulduğunu öğrendiniz mi? Bu işletmelere Tarımsal girdi sağlayan milyonlarca üretici köylünün üç beş nüfusuyla birlikte milyonlarca insanın üretim dışına itilerek bir kilo makarna ve bir torba kömüre nasıl muhtaç hale getirildiğini merak ettiniz mi?
Bütün yaşamımızı istatistikten ibaret gören TÜİK’in Bu yıkıcı sonuçlarla ilgili doğru dürüst bir istatistik yaptığını duydunuz mu? Bu fabrika ve işletmelerin yok pahasına kimlerin eline nasıl geçtiğini, yeni sahiplerinin kimler yada kaç kişi olduklarını, kaç kişi istihdam ettiklerini devlete ne kadar vergi ödediklerini, kimlerle yakın ilişki ve paylaşım içerisinde olduklarını, öğrendiniz mi?
Gözümüz önünde anılarımıza ihanet edercesine bir zamanlar içinde çalıştığımız, çocuklarımızın eğitim, beslenme, sağlık, ve her türlü giderlerimizi emeğimiz karşılığında sağladığımız, içinde dostluklarımızın yaşandığı, geleceğimizin hayal edildiği fabrikaların acımasız dev iş makineleriyle parçalanarak yere yıkılışları hiç hüzün verdi mi sizlere?
Yıktırılan bu fabrikaların yerine kaç fabrika kuruldu saydınız mı? Kamuya ait fabrikalar birer birer enkaza dönüşürken gökyüzüne mantar gibi yükselen ve içine asla hiçbir zaman giremeyeceğiniz beton kulelere baktınız mı?
Yıkılan fabrikaların yerine asla kurulmayan fabrikalarda iş bulmak üzere kaç çocuğunuzun, akrabanızın, komşunuzun gelecek hayal ettiğine hiç tanık oldunuz mu?
Bütün bu sorulara duygulanmadan evet diyorsanız yeni çılgın yani İstanbul kanal projeniz hayırlı ve uğurlu olsun diyorum.
Yeniliklere gerçek projelere hatta gerçek çılgınlıklara da karşı değilim. Yaşamın bir noktada donup kalmasına asla taraftar değilim. Değişim ve dönüşümden yanayım. Ancak kimden yana değişim ve dönüşüm, kim ya da kimlerden yana projeler…
Yeni çılgın projemizin yol açacağı çevre felaketinin hesabı yapıldı mı ? Son bir yıl içinde proje bölgesindeki arsa ve arazilerin yüzde yetmişinin el değiştirdiğini duydunuz mu?
Ortaya çıkacak yeni rant ve imar vurgunundan yıkılan fabrikaların enkazı altında kalan emekçiler paylarını alacak mı? Getirisi götürüsü karşılaştırıldı mı? Projenin gerçekleştirilmesi için kaynak bulundu mu? Kaç milyar dolara mal olacağını, emekçilerin daha kaç on yıl açlık sınırında yaşayarak bedel ödeyeceğini gerçekten hesap edildi mi? Kaç yüz bin ağacın kesileceğini yada projenin yapımında kaç emekçinin daha can vereceğini kaç yuvanın söneceğini saydınız mı? Yada gerçekten bu projenin bir seçim propaganda malzemesi, olmasının ötesinde, yani "ileri demokrasi" gibi sanal bir proje olmadığına yürekten inandınız mı?