BÜYÜK DURGUNLUK SÜRERKEN
Küresel kriz dördüncü seneyi de geride bırakmış durumda. 2009’da küresel ekonomi topyekûn olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa daralma içine girmiş idi.
Küresel kriz dördüncü seneyi de geride bırakmış durumda. 2009’da küresel ekonomi topyekûn olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa daralma içine girmiş idi. 2010’daki ayrışma diye anılan farklı toparlanma deneyimlerinden sonra 2011’de Avrupa Birliği ekonomileri bir kez daha negatif büyüme hızlarına sürüklendi. IMF, bölgedeki daralmanın 2012 yılında da süreceğini ve büyüme hızının eksi 0.5 olacağını öngörmekte olduğunu açıkladı.
Geçen günlerde İngiltere ekonomisinin de bu durgunluktan payını alacağı açıklandı. İngiliz Ulusal İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün tahminlerine göre İngiltere ekonomisi son üç aylık dönemde yüzde 0.2 gerilemiş durumda. 2012’de de durgunluğun süreceği ve İngiliz ekonomisinin yüzde 0.1 oranında gerileyeceği tahmin ediliyor.
Dahası, Enstitü’nün verilerine göre, İngiliz ekonomisinin mevcut kriz konjonktüründen son dört yıldır çıkamadığı anlaşılıyor. 2008-sonrasının mevcut küresel krizini, bundan önce yaşanmış olan dört büyük kriz dalgası ile karşılaştırdığımızda, İngiltere’nin uzun süreli bir durgunluk içine sıkışmış olduğunu gözlemliyoruz. Aşağıda enstitü verilerine dayanarak elde ettiğimiz grafik bu olguyu özetlemekte.
Kaynak: National Institute of Economic and Social Research (http://www.niesr.ac.uk/)
Grafikte 1930, 1973, 1979 ve 1990 kriz dalgalarının süresi, 2008-sonrası krizi ile karşılaştırılmakta. İngiltere ekonomisinde 1930 buhranı kabaca 46 ay sonra; 1973 krizi 40 ay; 1979 krizi 45 ay; 1990 krizi ise 39 ay sonra atlatılmış ve milli gelir kriz öncesi hacmine ulaşmış gözüküyor. Mevcut küresel kriz ise İngiltere ekonomisinde 48 ay geçmiş olmasına karşın, hâlâ etkisini sürdürmekte.
Neden? Küresel kriz “büyük durgunluk” olarak neden hâlâ kapitalizmin hükümran kalelerinde etkisini bunca süredir sürdürmeye devam etmekte? Büyük durgunluk diye anılan bu süreç neden hâlâ aşılamamış durumda?
Bu sorunun yanıtı, kuşkusuz, bir köşe yazısının sınırlarına sığdırılamayacak derecede derin ve kapsamlı. Ancak gene de bazı ipuçlarını sergileyebileceğimizi umuyorum.
Öncelikle, geçen haftaki yazımızda belirttiğimiz üzere, sorunun özü kapitalist sistemin çarpık sermaye birikimi önceliklerinde yatıyor. Küresel finans kuruluşları tasarruf kaynaklarını reel sabit sermaye yatırımlarına dönüştüremiyor; spekülasyon ve kısa dönemli finansal rekabet, kıt fonların gene finansal spekülasyon oyunlarında, deyim yerindeyse küresel kapitalizmin kumarhane masalarında, çarçur edilmesine neden oluyor.
İkinci olarak, ulusal ekonomilerin en önemli istikrar araçları arasında bulunan döviz kuru ve faiz oranları 1980’lerden bu yana sürdürülen arz-yönlü (muhafazakâr-neoliberal) politika dönüşümleri uyarınca artık işlevlerini yitirmiş durumda. Döviz kurları artık reel ekonominin döviz arz ve talep dengelerinde değil, spekülatif-yönlü beklentiler ve kısa dönemli spekülatif arbitraj hesaplarınca belirleniyor. Örneğin, günümüzde döviz piyasalarında sadece bir günde işlem gören döviz hacminin 4.8 trilyon dolara ulaştığı hesaplanıyor. Bu meblağ, dünya ticaret hacminin neredeyse bir yıllık toplamına yaklaşıyor. Dolayısıyla, döviz kurları, reel ekonomileri istikrara kavuşturmak üzere herhangi bir işlev yerine getirmekten uzak kalıyor. Kriz boyunca ne Avro/dolar ne de ülkemizde TL’nin reel olarak kalıcı bir şekilde değerinin anlamlı bir boyutta değişmediğini anımsayalım.
Faiz oranları ise, gene “serbest” (spekülatif-öncelikli) piyasaların kısa dönemli miyopik hesaplarına ve sürü içgüdüsü diye anılan sermaye hareketlerinin “kaprislerine” bağlanmış olarak, reel ekonominin kredi gereksinimlerinden kopmuş durumda gözüküyor.
Bu şartlar altında krize intibak sağlayabilecek tek bir değişken kalıyor: istihdam ve buna bağlı olarak reel ücret düzeyi. Buradaki çöküş ise kapitalizmi toparlayacak kâr ve yatırım olanaklarına henüz el vermiyor.