Türkiye’nin her açıdan büyük sıkıntılar yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi dönemlerde birlik ve beraberliğin korunması ve geliştirilmesi son derece önemlidir. Ancak bizlerin korumaya çalıştığı bu birlik ve beraberliği bozma çabasında olanlar var.
Türkiye’nin üretim devriminde veya ekonomik kalkınmasında devletimizin yanı sıra özel sektörümüzün de büyük önemi ve katkısı vardır. Ekonomide devletin ve özel sektörün sınırları ve ilişkileri, ülkemizin ve halkımızın çıkarları temelinde demokratik yollardan belirlenir. Ancak temel amaç, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal bağımsızlığını pekiştirecek ekonomik yapıyı korumak ve geliştirmektir. Bunu yaparken de milletimizin yüzde 70’ini oluşturan işçi ve memurların haklarına saygı gösterilmesi esastır. Bu saygı gösterilmeden, milletimizin birliğinin ve bütünlüğünün korunması ve geliştirilmesi mümkün değildir.
Bölücülüğün çeşitli biçimleri vardır. İnsanları etnik kökenlerine, inançlarına, siyasi görüşlerine göre bölüp kavga ettirmek de bölücülüktür, işçi haklarına göz dikerek toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri keskinleştirmek ve çatışmalara zorlamak da bölücülüktür. Türkiye’de bugün işçi haklarını kısıtlamaya çalışan her girişim, bu anlamda, Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğüne zarar verecek bölücü bir girişimdir.
Diğer bir deyişle, benim gibilerin özel sektöre bakışında kullandığımız iki ölçüt vardır: Birinci ölçüt, Türkiye’nin ekonomik gücüne yapılan katkıdır. İkinci ölçüt, işçi ve memurların hak ve özgürlüklerine gösterilen saygıdır, bölücülük yapılmamasıdır. Ben, ancak bu iki koşulun birlikte yerine getirilmesi durumunda, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya hedefini unutmadan, bugün özel sektöre saygı duyarım.
Eğer bir şirket, işçisine iyi haklar tanıyor, ancak Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecek işler yapıyorsa, yanlış yoldadır. Eğer bir şirket, Türkiye ekonomisine katkıda bulunurken, işçi hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alıyorsa, o da yanlış yoldadır. Her iki yanlış da, Türkiye’ye zarar verir.
KIDEM TAZMİNATI SALDIRISI
Türkiye’de özel sektörün yıllardır temcit pilavı gibi tekrar tekrar gündeme getirdiği bir konu, işçilerin kıdem tazminatı hakkının kısıtlanması ve mümkünse tümüyle kaldırılmasıdır.
Kıdem tazminatı fonu veya tamamlayıcı emeklilik sigortası biçiminde Haziran ayında gündeme getirilen girişim, esasında işverenlerin gerçek amacı değildi. Böyle bir sisteme geçilseydi, tek tek bazı işçilerin kıdem tazminatı hakkı geriye götürülse bile, bugün kıdem tazminatından yararlanamayan birçok işçinin de eninde sonunda az da olsa bir kıdem tazminatı almasının yolu açılacağı için, işverenlerin toplam kıdem tazminatı yükü artıyordu. Bu nedenle, işçi sendikaları gibi işveren örgütleri de kıdem tazminatı fonu girişimine karşı çıktılar. Ortada bir kanun teklifi taslağı bile yokken, tartışmalar bu nokta üzerinde odaklatılarak, esas amaç gizlendi. Cambaza bak numarası yapıldı.
Ancak işverenlerin asıl amacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve iş güvencesi haklarının tümüyle ortadan kaldırıldığı belirli süreli iş sözleşmelerinin kullanımının önündeki engellerin kaldırılmasıydı. On yılı aşkın süredir işveren örgütlerinin gündeminde olan bu talep, ilk kez sistemli bir biçimde 2020 yılı Haziran ayında Yeni İstihdam Kalkanı Programı kapsamında gündeme getirildi.
ENGELLENDİ
Bu girişim, işçi sendikalarının kararlı tavrıyla engellendi. İşçi sendikaları ilk başlarda kıdem tazminatı fonu ve tamamlayıcı emeklilik sistemine odaklanmıştı ve tartışmayı, ortadan bir kanun teklifi taslağı bile yokken, bu nokta üzerinden sürdürüyordu. Ancak daha sonra ağırlığı esas tehlikeye kaydırdılar ve belirli süreli iş sözleşmelerinin kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılmasının kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve iş güvencesi açılarından yarattığı sorunları ön plana çıkardılar. Cumhurbaşkanlığı da, işverenlerin ilk başlarda tereyağından kıl çeker gibi halledebileceklerini düşündüğü bir konuda çıkacak büyük kavgayı gördüğü için, bu konudaki girişimleri ertelediğini açıkladı. Haziran ayının ortalarında TBMM Başkanlığı’na verilmesi düşünülen kanun teklifi, kamuoyuna bile açıklanamadan, gündemden çıkarıldı.
Türkiye’de işverenler bölücülük yapmamalıdır. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğe her zamankinden daha fazla ihtiyacının olduğu bir dönemde, işçilerin kazanılmış haklarına yönelik her saldırı, bölücülüktür. Toplumu etnik kökene, inanca, siyasi görüşe göre bölmek ne kadar tehlikeliyse, işçi haklarına saldırarak toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri keskinleştirmek de aynı derecede sakıncalıdır. Sermayedar sınıf yaşanan büyük sıkıntı ortamında bulanık suda balık avlamaktan, fırsatı ganimet bilerek bazı işçi haklarını yok etme girişimlerinden vazgeçmelidir.