BENİM MİLLETİM…
Sır küpü için bir gecede hukuka aykırı yasa çıkarılabilir. Polisi işkenceci de olsa terfi eder. Genelkurmay Başkanının ayakkabısına yapılan yorumlara bile doğrudan Başbakan cevap verir. Ancak benim milletim demişse Başbakan (eğer balkonda değilse!), bilin ki birilerini millet adına mahkum ediyordur, hedef gösteriyordur, ötekileştirip itibarsızlaştırıyordur, ayrıştırıyordur.

Ankara Valiliğinin Cumhuriyet bayramıyla ilgili yasak kararı üzerine fikri sorulan Başbakan "garip" konuşmasında; "…Bunu muhalefet partileri kendilerince yapıyorlarsa, buyursunlar belediyelerinde de aynı şeyleri yapabilirler. Ama şimdi özellikle Ankara’da, Hipodrom’da zaten devlet-milletiyle kaynaşıyor. Buyursunlar orada hep birlikte kaynaşarak bunu yapalım. Ayrıca bir programlama yapmak suretiyle, orada valiliğin de aldığı istihbaratı doğrulayacak adımların atılması herhalde yanlıştır" demiş.
Konuşmadaki "gariplik" bir yana, Başbakanın kastettiği "millet" kimdir acaba? Başbakan, önüne "benim"i de ekleyerek çok kullanıyor "millet" sözcüğünü. Benim bakanım, benim polisim, benim sır küpüm, benim valim, benim ordum derken açık bir kibir, koruma ve sahiplenme var. Artık "fethedilerek" ya da "ram olarak" bu aidiyete mazhar olanların kılına zarar gelmez.
Sır küpü için bir gecede hukuka aykırı yasa çıkarılabilir. Polisi işkenceci de olsa terfi eder. Genelkurmay Başkanının "ayakkabısına" yapılan yorumlara bile doğrudan Başbakan cevap verir. Ancak "benim milletim" demişse Başbakan (eğer balkonda değilse!), bilin ki birilerini "millet adına" mahkum ediyordur, hedef gösteriyordur, ötekileştirip itibarsızlaştırıyordur, ayrıştırıyordur.
Üstelik bu ayrıştırmayı da artık "aşkın" bir "millet" adına yapıyordur. Referans aldığı "milleti" artık ne klasik tanımıyla "millet kavramı" karşılar ne de kendisine oy verenler. Başbakan’a göre hak arayan Tekel işçileri "milletine" dahil değildir. Onlara "millet adına" teessüf ederken, "üç milyon işsizin, işçilerin, memurların, emeklilerin vebali" ni işçilerin omuzlarına yükler.
Başbakan; "biz millete inandık. Anamuhalefet, muhalefet şöyle demiş bizi ilgilendirmez. ‘Millet’ bizi ilgilendirir. Çünkü biliyoruz ki ‘millet bizim arkamızda’" derken anlıyoruz ki, "milletine" anamuhalefet ve muhalefet de dahil değil. "Millet, bir fetret döneminin ardından evlatlarını kendi istediği okullara gönderebilmenin mutluluğunu yaşadı" sözlerinden 4 4 4 yasasına karşı çıkanların da "başbakanın milleti"ne dahil olmadığını anlıyoruz.
Ezidiler ve Zerdüştlere gelince bırakın "milletine dahil" olmalarını onlar zaten teröristtirler! ÖSYM skandallarını Taksim’de protesto eden liseliler de "millete" dahil değil. Ancak sırf "gerginlik olmasın" diye yedekte bekleyen "5-10 bin genç "millettir". içki yasağına karşı çıkanlar "gençliği tamamen alkolik yapmak isteyenler", kürtaj düzenlemesine karşı çıkanlar ise "milletin" nüfusunu yaşlandırarak çökertmeye ve bu "milleti" bu şekilde bitirmeye çalışanlardır.
Aleviler ise bırakın "milletine" dahil olmayı, adları her geçtiğinde yuhalatılacak, nefret söylemini aşan bir düşmanlığın nesnesi olarak, başta yargı ve ordu olmak üzere kamudan (hatta komşu ülkenin hükümetinden!) ayıklanacak "ateistlerdir".
Bu örneklerin sayısı artırılabilir. Başbakanın bu tavrından vazgeçip, birleştirici çoğulcu bir söylem ve pratiğe dönmesini beklemek artık hayal. Oynadığı oyun tehlikeli! Kutuplaştırıcı, bölücü, ayrıştırıcı, nefret söylemi ve pratiğinin pedallarını çevirmeyi bıraktığı anda (konsolide ettiği oyları kaybedip) "düşeceğini" düşünüyor. Ancak Başbakan’ın "benim milletim" payesi verdiği, ve bu payeyi kabullenen kesimlerin tehlikeli gidişi görmeleri gerekir.
Nefret saçarak, kimilerine Kandil’i, kimilerine Suriye’ yi adres göstererek toplumsal barış kurulamaz. Cumhuriyet gibi toplumun büyük kesiminin sahiplendiği ortak değerleri bile ayrışma vesilesi yapıp kriminalize etmek tehlikelidir.
Kutlamaların adresi olarak hipodromu, "muhalif belediyelere" dayatmak yabana atılmayacak büyüklükte bir kitleyi yasalın/normalin dışına itmektir. Yapılması gereken Başbakan’ı "devleti", sonsuz nefreti, kibri ve aşkın/soyut milleti ile başbaşa bırakıp "cumhurun" kendi barışını yeniden inşa etmesinin yollarını bulmaktır.