BARAJ HİLESİ
Sendikalar kanunu tasarısında iyileştirme7 diye sunulan yüzde 10 barajının yüzde 3´e düşürülmesinin bir ´aldatmaca7 olduğu ortaya çıktı. Yeni düzenlemeye göre baz alınacak işçi sayısı sayısı 5.5 milyondan 11 milyona çıkarılıyor.
ESKİSİNDEN BETER
KOMİSYONLARDA görüşülmeyi bekleyen Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı, sendikaları iyice kıskaç altına alacak! 4,5 milyon olarak gözüken Bakanlık kayıtları yerine 11 milyonluk SGK verileri baz alınacak. Böylece yüzde 3’e düşürülmesine rağmen baraj yüzde 10’luk uygulamadan daha ağır olacak. Üstelik grev yasaklarının kapsamı da genişletiliyor.
BİR KAC MAKYAJ MADDE!
Yasa Tasarısı’na maddeler itibariyle bakıldığında yabancı işçilerin sendika kurucusu ve üyesi olabilmesi, noter şartının kaldırılması, üyelik yaşının düşürülmesi gibi mevcut yasalara göre olumlu sayılabilecek birkaç düzenleme olduğu görülmekte. Oysa, ILO sözleşmeleri ve AB normlarına uyum iddiasıyla düzenlenen taslak Türkiye’de sendikaların örgütlenmesini ve faaliyetlerini bitirecek düzeyde…
Yalan üzerine kurulu yıllar
Toplu İş İlişkileri Kanun tasarısı ile i; kolu barajı yüzde 3’e indiriliyor ancak çalışan sayısı SGK kayıtlarına göre belirlenecek. 100 sendikadan 28’i yetkili olabilecek.
12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’de işçi işveren ilişkileri tam bir orta oyununa dönüşmüştür.
Doğrudan işçi sınıfını hedefine almış olan 12 Eylül darbecilerinin ve darbenin felsefesini devam ettiren siyasi iktidarlar, işçi-işveren ilişkilerindeki orta oyununu sürdürmüşlerdir. DİSK’i kapatan ve toplu pazarlık sistemini askıya alan darbe rejimi, sendikaların örgütlenmesini engelleyen ve diğer faaliyetlerini sınırlandırarak, sendikaları bürokratik bir yapı içine hapseden yasalar çıkartmıştır. Bu yasalarla antidemokratik bir uygulama olan, iş kolunda, yüzde 10 barajı getirilmiştir. Darbe sürecinde ve sonrasında sendikalara yönelen baskılar ve emek piyasalarının esnekleşmesi gibi nedenlerle birçok iş kolunda sendika üye sayıları yüzde 10 barajının altında kalmıştır. Hükümetler, antidemokratik düzenlemeler nedeniyle, toplu pazarlık sisteminin bütünüyle işlevsiz hale gelmesinin uluslararası alanda eleştiri alacağını da düşünerek, sendikaları sürekli yetki baskısı altında tutacak bir uygulamaya yönelmişlerdir. Bakanlıkta bulunan üye kayıt fişleri yenilenmemiş ve böylece barajı aşamayan birçok sendika yetkili sayılarak toplu iş sözleşmesi yapabilmelerine olanak sağlanmıştır.
2821 ve 2822 sayılı Yasaların çıkartıldığı 1983’ten bu yana oynanan bu orta oyununa sendikalar da "Nasıl olsa toplu iş sözleşmelerini gerçekleştirebiliyoruz" diyerek ortak olmuşlar ve yüzde 10 garabetine karşı çıkmamışlardır, işveren ve devlet ise iş kolunda yetki barajını, özellikle 1992’de yeniden faaliyetlerine başlayan DİSK’e bağlı sendikaların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırmıştır. KİT’lerde örgütlenmiş olan ve yetki için barajı sorun olarak görmeyen birçok Türk-İş üyesi sendika da özelleştirmeler sonrasında önemli ölçüde üye kaybetmiş ve yetki sorunu yaşamaya başlamışlardır.
YÜZDE 5 YÜZDE 60 GİBİ GÖSTERİLDİ
Çalışma Bakanlığının yayınladığı son istatistiklere göre (2009 temmuz) Türkiye’de sendika üye sayısı 3 milyon 232 bin 679’dur. Oysa Bakanlığın yine son istatistiklerine göre (toplu iş sözleşmeleri iki yılda bir yapıldığı için 2008 ve 2009 yılları toplamında) toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçi sayısı sadece 767 bin 582 kişidir ki bu kayıtlardaki sendika üye sayısının dörtte birinden bile azdır. Bakanlık kayıtlarına göre Türkiye’de sigortalı çalışan emekçilerin yüzde 59.88’si sendikalıdır. Sigortalı emekçilerden de toplu iş sözleşmesinden yararlananların oranı ise sadece yüzde 14.2’dir. TÜİK’in ocak 2012’de açıkladığı ücretli ve yevmiyeli çalışan emekçilerin ise toplu iş sözleşmesinden yararlanma oranı yüzde 5 olarak hesaplanmaktadır. Yani yaklaşık 30 yıldır oynan oyun yüzde 5’ler civarındaki sendikal örgütlenme oranını yüzde 60’lar civarında gösterecek kadar büyüktür. Ve bu oyuna sendikalar da dahil olmak üzere kimse ses çıkartmamış, kabullenmiştir.
AKP Hükümeti daha önce birçok kez olduğu gibi yanlış işleyen bir yapıyı düzeltme iddiasıyla sendikalar yasasına da el atmıştır. 12 Eylül darbe ürünü olan sendika yasaları her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Bu nedenle sendika yasalarının antidemokratik olduğu gerekçesiyle değiştirmeye niyetlenilmesi karşı çıkılacak bir girişim değildir. İşte bu durumu son derece iyi değerlendiren AKP, fazlaca bir tepkiyle karşılaşmadan Toplu İş İlişkileri adını verdiği yasa taslağını TBMM gündemine getirmiştir.
SENDİKALAR YETKİ KAYBEDECEK
Diğer taraftan yukarıda da sözünü ettiğimiz yetki barajı uygulaması yüzde 10’dan yüzde 3’e düşürülmüş olmakla birlikte varlığını korumuştur. Çalışma Bakanlığı, yetki tespitinde 30 yıldan bu yana esas alınan -gerçek dışı- kayıtları 1 Şubat 2012’den geçerli olmak üzere yenileyecektir. Yani gerçek sendika üye sayıları üzerinden tespit yapılacaktır. Bu da barajın yüzde 3’e düşmesine rağmen çok sayıda sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisini kaybetmesi anlamına gelmektedir.
Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nda yer alan birçok düzenleme 2008 yılından bu yana çeşitli adlar altında hazırlanan tasarı veya taslaklarla gündeme gelmiştir. Genellikle iş kolu barajının binde 5 düzeyinde belirlendiği bu yasa çalışmalarına karşı sendikalardan önemli bir tepki gelmemiştir. İçinde bulunduğumuz hafta içinde TBMM’ye gelen Tasarı’ya karşı tepkiler ise büyük ölçüde barajın yüzde 3 olarak belirlenmesinden kaynaklanmıştır. Birçok sendikayı toplu iş sözleşmesinin tarafı olmaktan mahrum bırakan bu düzenleme sendikal hak ve özgürlükler ile toplusözleşme ve toplu pazarlık hakkına bütünüyle aykırıdır. Dolayısıyla sendikaların bu konudaki tepkileri de son derece doğaldır. Ancak yasa taslağında karşı çıkılması gereken (Grev yasakları, işçi ile sendika arasındaki bağın e-devlet üzerinden kurulması gibi) yetki barajından çok daha vahim maddeler mevcuttur.
TEPKİ BİR AVUÇ SENDİKA YÖNETİCİSİNDEN
Ayrıca Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında getirilen esneklik uygulamaları (bölgesel asgari ücret, özel istihdam büroları, evden çalışma vs.) sendikal örgütlenmeyi tamamen baltalayacak niteliktedir. Ama anlaşılmaz bir biçimde baraj konusu ortaya çıkana kadar sendikalardan bu tür düzenlemelere karşı dişe dokunur bir tepki ortaya çıkmamıştır.
Sendikaların kısmen yetki barajı konusunda gösterdikleri tepkiyi bir tarafa bırakırsak sendikalı ve sendikasız emekçi kesimlerin de getirilen düzenlemeler karşısında herhangi bir tavır ortaya koymadıkları görülmektedir. Emekçilerin yaklaşık yüzde 95’ini oluşturan sendikasızların tepkisizliğini anlamak mümkündür. Zira büyük bölümünü işsiz ve güvencesiz emekçiler ile beyaz yakalıların oluşturduğu bu kesim sendikaların kendilerine yönelik ilgisizliğinden de kaynaklı olarak örgütlenme hakkından mahrum kalmıştır ve içlerinde sendika(cı)lara tepkiyle yaklaşanların oranı hiç de az değildir. Toplusözleşmelerden yararlanabilen sendikalı yüzde 5’in önemli bir kısmı ise bürokratik yapıları nedeniyle sendikalara yabancılaşmış durumdadır. Bu işçi kesiminin önemli bir bölümü için sendikasının yetki kaybetmesi, kendisinin başka bir sendikanın üyesi haline gelmesi çok da önemsenecek bir durum değildir.
Bu nedenle de getirilmek istenen düzenlemelere karşı tepkiler sadece bir avuç sendika yöneticisiyle sınırlı kalmaktadır.
GREV YASAKLARINA DEVAM
Emekçilerin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik diğer tüm yasalar (örneğin 4857 sayılı iş Kanunu, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, 5510 sayılı SSGSS vd.) gibi Toplu iş ilişkileri Yasa fasarısı’nın da gerekçesi uluslararası normlara uyumdur.
Bu çerçevede özellikle IL0 sözleşmeleri ve AB normlarına uyumlu bir yasa hazırlandığı iddia edilmektedir. Oysa bu yasa taslağı Türkiye’de sendikaların örgütlenmesini ve faaliyetlerini düzenleyen daha önceki yasalardan hiç de farklı değildir. 1947 tarihli 5018 sayılı Sendikalar Kanunu, 1963 tarihli 274 ve 275 sayılı Yasalar ve 1983 tarihli 2821 ve 2822 sayılı Yasalar gibi Toplu iş ilişkileri Yasa Tasarısı da işçi sınıfı hareketini sınırlamayı ve denetim altına almayı amaçlamaktadır.
Toplu iş ilişkileri Yasa Tasarısı’na maddeler itibariyle bakıldığında yabancı işçilerin sendika kurucusu ve üyesi olabilmesi, noter şartının kaldırılması, üyelik yaşının düşürülmesi gibi mevcut yasalara göre olumlu sayılabilecek birkaç düzenleme olduğu görülmektedir.
Ancak toplu iş sözleşmesinin olmazsa olmaz unsuru olan grev yasakları ve grev uygulamalarını engelleyen birçok düzenleme korunmuştur. Noter şartı yerine, üyelik işlemlerinin e-devlet üzerinden yapılması koşulu getirilmiştir. Bu, sendikal örgütlenmenin tamamen devlet üzerinden yürütülmesi anlamına gelir ki örgütlenme özgürlüğü ile doğrudan çelişen bir uygulamadır.
MİLYONLARCA ÖRGÜTSÜZ İŞÇİ ÖRGÜTLENMELİ
Sendikalar eğer işçi sınıfının mücadele örgütüyse şunu hatırlatmak gerekir ki sınıf mücadelesi sadece yasal mevzuat içerisine sıkıştırılmış toplusözleşmelerle yapıl(a)maz. Hatta tarihsel sürece bakıldığında toplu iş sözleşmesiyle sınırlı ücret sendikacılığının sınıf mücadelesine yarardan çok zarar getirdiği de söylenebilir. AKR burjuvaziyi temsil eden tüm iktidarlar gibi işçi sınıfı hareketini sınırlandıracak ve denetim altına alacak bir düzenleme getirmektedir. Sendikalar getirilmekte olan yasal düzenlemelere karşı toplu pazarlık yetkisini kaybetme telaşına düşmek yerine örgütsüz olan milyonlarca emekçiyi örgütleme çabası içerisine girmelidir. Bunun için de her şeyden önce sendika(cı)ların emekçilerle aralarına bir duvar gibi örülmüş olan bürokratik yapılarından kurtulmaları gerekir.