Yüzyıllar boyu sürdü. Çin, Tayland, Filipinler, Hindistan, bütün Afrika, güney ve kuzey Amerika ve orta Amerika… Yüzyıllar boyu buralarda milyonlarca insanı katlettiler.
Bulaşıcı hastalık götürüp kitlesel kıyım yaptılar. Diri diri kuyulara doldurup kayalarla kapattılar. Mağaralara, evlere doldurup ateşe verdiler. Ayaklarını, ellerini, kollarını, burunlarını, avurtlarını kestiler, gözlerine şişler soktular. Kadının ve erkeğin cinsel organlarını kestiler. Kızgın demirlerle cinsel bölgelerini, farklı yerlerini dağladılar. Yakarak, dağlayarak, köpeklere, aslanlara parçalatarak, fillere, atlara çiğneterek öldürdüler. Çivili fıçılara çaktılar. Kazığa oturttular. Kafataslarını, bütün derilerini yüzdüler. Kemikleri çıkıncaya kadar kırbaçlayarak öldürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladıkları dört atı farklı yerlere sürerek parçaladılar. Kızgın güneşte ölmeye bağladılar. Ailelerinin önünde kitlesel halde tecavüz ettiler. Birbirlerini öldürmeye zorladılar.
İşgal edilen topraklarda kan ırmak gibi aktı. Sağ kalanların ayaklarını, ellerini zincirlediler, boyunduruğa kıstırdıkları boyunlarından sürükleyip götürdüler vahşetin kucağına. Milyonlarcası yollarda öldü, öldürüldü. Sağlar götürüldükleri yerlerde yaşadılar aynı şeyleri, orada öldüler, öldüler…
Götürüldükleri İngiltere, Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, Almanya, Danimarka, Hollanda, sonra da Amerika, esirlerin kanlarıyla göle döndü, acılarına gökyüzü ağladı.
Örneğin 1492-1800 arası sadece Afrika’da 100 milyon kişinin öldürüldüğü anlatılıyor. O yıllarda İngiltere 3 milyon, İspanya 11 milyon idi. Varın düşünün gayri. Amerika kıtasının işgali ile 100 milyondan fazla yerli, Amerika’ya götürülenlerden de 200 milyonu aşkın köle öldürüldü.
Her şey başkasının kendilerine çalışması, üretmesi içindi.
Yüzyıllar süren katliamlar, köle isyanlarıyla iç içe devam etti. Vahşet isyanı körüklüyor, isyan vahşetle bastırılıyordu. Ama durmuyordu isyan.
İsyanları durdurmak için kölelerin karnını doyurmayı kabul ettiler sonunda. Bilinen ilk anlaşma, Yeni Zelanda’da 1894’te açıklandı. Ölmeyecekleri kadar yiyecek verilecek, onlar da efendilere hizmete devam edecek ve yeni hizmetkârlar doğuracaklardı. "En az geçim ücreti" dendi buna.
Sonra 1896’da da yine İngiliz sömürgesi olan Avustralya’ya yayıldı. Sonra da sömürgeci ülkelere, 1909’da İngiltere’ye ve diğer sömürgecilere…
BİZDE ASGARİ ÜCRET
Osmanlı’da, Avrupalılardaki gibi yaygın ve vahşi kölelik görülmese de, işgal edilen yerlerde esir edilenler köle idi. Ve Afrika’dan köleler getiriliyordu.
Osmanlı’da en az geçim ücreti denebilecek ilk asgari ücrete, 2 Şaban 1226 tarihli (1806 yılı) fermanda rastlıyoruz. Sadece inşaat işçilerinin ücreti idi konu… Örneğin neccar (dülger, marangoz) kalfasının ücreti artık 110 para olacaktı.
Cumhuriyet öncesi ikinci asgari ücret Ereğli Kömür havzasında çalışan işçiler içindir. 1921’de Ereğli Kömür Havzası Maden İşçilerinin Hukukuna Mütedair 151 Sayılı Kanuna dayanarak kömür işçilerinin ücretleri 80 kuruş olarak belirlenmişti. 40 kuruşu ise ekmek parası olarak kesilecekti.
Cumhuriyet, işçiyi işverene karşı korumayı, milli bir mesele olarak ele aldı. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, "işçi ücretlerinin her üç ayda bir geçim şartlarıyla mütenasip olarak belediye meclislerince tespit ve ilanı ile müesseselerin buna uyma zorunluluğu kararlaştırılmıştır" şeklinde karar alındı.
Asgari ücretin belediyelere bırakılması, merkezi devletin henüz yerleşmemiş, bütün işyerlerin ve çalışanların ortak bir ekonomi etrafında henüz birleştirilememiş olmasındandı. Bölgeden bölgeye farklılık gösteren koşullar, asgari ücreti de çeşitlendiriyordu.
1936’da çıkarılan 3008 Sayılı İş Kanunu, basın ve deniz işçileri dışında, ülke çapında bütün işçileri, tek bir kanuna tabi kılıyordu artık. Böylece asgari ücret de millileşmiş, ortaklaşmış oldu.
1951’de yayınlanan yönetmelikten sonra, 1967, 1971 ve 2004 yıllarında İş Kanunu’nun değişmesiyle yeni yönetmelikler çıkarıldı.
19 Nisan 2014 tarihli son yönetmelik, 16 yaş altındakiler için farklı asgari ücret uygulamasına son verdi.
Köle ayaklanmalarıyla kazanılan en az geçim ücreti (asgari ücret), kölecilerin vahşetini sınırlandırdı. Bugün de kapitalizmin sınırsız sömürü arzusunu sınırlamaktadır.