ASGARİ ÜCRET
İşçi sınıfı tarihi içinde çalışma sürelerinin düşürülmesi, kadın ve çocuk emeğinin acımasızca sömürülmesine son verilmesi, sigorta hakkı vb gibi en temel insani taleplerle sürdürdüğü sınıf mücadelesinin temel talebi insanca yaşayacak ücret oldu.
İşçi sınıfı tarihi içinde çalışma sürelerinin düşürülmesi, kadın ve çocuk emeğinin acımasızca sömürülmesine son verilmesi, sigorta hakkı vb gibi en temel insani taleplerle sürdürdüğü sınıf mücadelesinin temel talebi "insanca yaşayacak ücret" oldu.
Avrupa’da başlayan, daha sonra dünyanın farklı kıtalarındaki ülkelerde yürütülen sınıf mücadeleleri sonucunda kapitalistler, işçi sınıfının insanca yaşayacak ücret talebini, "asgari ücret" adı altında kabul etmek zorunda kaldılar. Asgari ücretin kabul edilmesi, işçi sınıfının yaşadığı vahşi sömürüyü ortadan kaldırmadı ama sömürünün sınırlandırılması açısından önemli bir kazanımı ifade etti.
Türkiye gibi sınıf farklılıklarının her geçen gün daha da derinleştiği ülkelerde çalışan işçiler açısından asgari ücretin belirlenmesi büyük önem taşıyor. Mevcut asgari ücret uygulaması, her ne kadar sefaletin, emek sömürüsünün devletin yasal güvencesi altında sürdürülmesi anlamına gelse de, sınıfın geniş kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen en temel etkenlerden birisi. Asgari ücret, ilk bakışta 5 milyonu aşkın işçinin ücreti gibi görünse de, özellikle toplusözleşme dönemlerinde yapılan artışlar asgari ücrete paralel olarak gündeme geldiğinden ayrı bir önem taşıyor. Bu ve benzeri nedenle her yılın Aralık ayında milyonlarca işçinin gözü kulağı, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan çıkacak kararda oluyor.
Asgari Ücret Yönetmeliğinin 4. maddesinde asgari ücret; "işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret" olarak tanımlanıyor. Ancak asgari ücretle geçinmeye çalışan (daha doğrusu geçinemeyen) milyonlarca işçi için bu tanım hiçbir şey ifade etmiyor. Açlık sınırının 1000 TL’yi aştığı düşünüldüğünde, bugünkü asgari ücretin gıda harcamalarının bile gerisinde kalması, asgari ücretin neden işçiler için yıllardır "sefalet ücreti" olarak adlandırıldığını anlamamıza yetiyor, işçinin sefalet ücreti dediği, asgari ücret üzerinden yapılan son hesaplar, hükümetin en önemli gelir kaynağının üç kuruşluk geliri olan asgari ücretliden kesilen vergi olması, patronların ve dolayısıyla hükümetin işçi sınıfına ücretin "asgarisini" bile çok gördüğünü gösteriyor. Yoksa hükümet programında yüzde 3 3 önerisini getirmezlerdi.
Çok değil kısa bir süre sonra asgari ücret uygulamasının "yeni yatırımları engellediği", "kayıt dışı istihdamı arttırdığı" vb gerekçelerle yeni bir tartışma başlatıp, asgari ücretin yüksek olduğu haberleri sermaye medyasında yer almaya başlar. Tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, asgari ücretin ücret esnekliğini engellediği, kayıt dışı ekonomi ile mücadeleyi zorlaştırdığı iddia edilerek, bir anlamda "asgari ücret olmasın, ücreti serbest piyasa belirlesin" söylemleri dolaşıma yeniden girer. Türkiye’de bir işçinin tek başına yaşamadığı dikkate alındığında asgari ücret belirlemesinde işçi ile birlikte ailesinin hesaba katılması ve buradan bakılması gerekiyor. Türkiye’de aile denildiğinde genellikle anne, baba ve iki çocuk akla geliyor. Başbakanın "3 çocuk" hesabına bakarsak sayı daha da artıyor.
Enflasyon ve işsizlik oranlarını hesap oyunları ile bugüne kadar düşük göstermeyi başaran hükümet, asgari ücret gibi geniş bir kesimi ilgilendiren bir konuda nasıl bir tutum alacak göreceğiz. Ancak şu temel gerçek şimdiden görülüyor; işçi sınıfının, yoksul emekçi halkın yaşam mücadelesinin her geçen gün nasıl zorlaştığı gerçeğinin üzerini artık daha fazla örtemeyecekler.