Sıkça karşılaştığım sorulardan biri şöyle; ekonomi kırılgan, bağımlı, dış kaynak ile büyüyor, balon yapıyor…Balon ne zaman patlar? AKP ne zaman krizle yüz yüze kalır? Bu soruyu soranların örtülü dileği aslında şu; AKP’nin hakkından kriz tanrısı gelsin!…Bir ekonomik kriz ile kitle desteğini kaybetsin, boynu devrilsin!…Bu bedduanın kriz tanrısı indinde ne kadar kabul göreceği bilinmez, ama, çok edilgen, çok tevekkülcü bir yaklaşım olduğu açık ve ne yazık ki, CHP’sinden sosyalist partilere, tüm muhalif kesimlerde bu var.
KRİZİ YÖNETMEK
AKP rejiminin, döviz üretemeyen ama harcayan, bu nedenle kırılgan, Türkiye’yi dışa ağır biçimde bağımlı, kemik erimesinden malul bir ülke haline getirdiği çok açık. Ama bu, söz konusu kırılgan yapıyı yönetemiyor, anlamına gelmiyor. AKP, toplumsal artıktan önemli bir kısmına vergi ve sigorta primi olarak el koyup, özelleştirmelerle ek gelir elde edip, yetmeyince borçlanıp, bunları, çeşitli harcama biçimleriyle kullanıp krizi savuşturuyor. Küresel krize maruz kalan birçok ülkede iktidarlar, kamu müdahaleleriyle, krizi savmaya çalışıyorlar. Birçoğu bunu başaramadığı için oy sandığında devriliyor. Ama AKP oraya gelmiyor henüz…Acaba neden?
Bu sorunun yanıtı, 2001 krizini yaşamış olmaktan kaynaklanıyor. Derviş-IMF ittifakı, topluma çok ağır bedeller ödeterek AKP’ye kusursuz bir kamu maliyesi, bankacılık altyapısı bıraktı. İkincisi, özelleştirmenin önündeki tüm pürüzleri kaldırdı. Meyveleri toplamak, AKP rejimine kaldı. 2008’den itibaren ekonomi küresel krizden etkilenmeye başlayınca da yine bu mirası kullanarak, kamu harcamalarıyla ekonomiye “can suyu” verdiler, sermaye kesimini ayakta tutacak önlemler geliştirdiler ve bu sayede dış sermayeye de güven vererek geri çekilen yabancıları tekrar Türkiye’ye döndürdüler.
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, TÜİK veritabanları
Küresel krizin patlak verdiği 2008’de ekonomi yüzde 1’in altında büyüyebildi, 2009’da ise yüzde 5’e yakın küçüldü. Bu 2 yılda, AKP rejiminin, hem devlet tüketim harcamaları hem de yatırım harcamaları ile ekonomide daha beter bir yıkımı önlediğini söyleyebiliriz. Milli gelirin sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 40’ı oranında gerçekleşen devlet harcamaları sayesinde ekonomik çöküş önlenirken dış sermayedarlara da güven mesajı gitmiş oldu ve zaten karakış yaşanan dış dünyada, özellikle kısa vadeli borç veren sermaye için Türkiye, yatırım adresi oldu. Böylece 2010 ve 2011 yıllarında yüzde 9’u bulan ortalama büyüme gerçekleşti. Ama arkasında rekor cari açık bırakınca 2012 büyümesi yüzde 2’lere kadar geriledi. Ama yine 2012’nin çöküşünün burada kalmasında devlet harcamaları etken. 2012’de yüzde 2 büyümenin neredeyse yarısı devletin tüketim ve yatırım harcamaları sayesinde oldu.
SU TANKINI TAKVİYE
2008-2012 döneminin ortalama büyüme oranı yüzde 3,2 ve bunun dörtte biri devletin katkısı. Büyümeye katkı hacminde bir katkı da, bütçelerden “Transfer harcamaları” ile yapılıyor. Sonuçta, her yıl merkezi bütçenin, SGK’nın, yerel yönetimlerin yaptığı toplam “kamu harcamaları” milli gelirin yüzde 38-40’ı arasında değişiyor. Bunun kaynağı olabildiği kadar vergiden,özelleştirmeden sağlanırken kalan açık, borçlanma ile sağlanıyor. AKP rejimi, krizi yönetebilmek için, sürekli olarak “yangına karşı su tankı”nı takviye ediyor. Bunun için de adaletsiz vergi sisteminde dolaylı vergilerin payını yüzde 68’e kadar çıkarmış durumda. Özelleştirmelerin dibini kazıyor, eline ne geçerse satıyor. Kalan açığı için de, faizlerin düşük seyrettiği bu dünya konjonktüründe borçlanıyor. Ama bir yandan da “harcamalar”da sosyal boyutu törpülüyor, sermayeye aktarımı çoğaltıyor. EĞİTİM, sağlık ,kent hizmetleri ticarileştiriliyor ve halk, cepten harcamaya zorlanıyor. Sosyal transferler, tarım, esnaf, yoksul destekleri azaltılıyor, yerel yönetim payları kırpılıyor.
ALAN DARALTMA
AKP’nin kriz savar bir rejim olmasında, devlet gelir ve harcama alanını adaletsiz, fütursuz ve çoğu zaman hukuksuz kullanması ana etken. Kırılgan Türkiye kapitalizmine koltuk değnekleri, protezler bu sayede bulunuyor. Faturası halka çıkarılan bu kamu maliyesi politikasını etkisiz kılmak için emek güçlerinin AKP’nin bu “eylem alanını” , su tankına açılan boruları daraltmaları gerekiyor. Bu da öncelikle toplamdaki payı yüzde 68’i bulan dolaylı vergileri, KDV’leri, ÖTV’leri sorgulamaktan, sermayeye vergi bağışıklıkları getiren uygulamaları eleştirmekten geçiyor.Özelleştirmelere,kamu varlıklarının , arsaların satışını, derelerin,madenlerin peşkeşini engellemek gerekiyor. EĞİTİMin, sağlığın paralı hale getirilerek, oradan sağlanan harcama kaynaklarının asker-polis harcamalarına ayrılmasına karşı durmak gerekiyor. Neoliberal belediyecilikle yerel hizmetlerin parasallaştırılmasına, yerel yönetimlerin güdükleştirilmesine örgütlü biçimde karşı çıkmak gerekiyor.