AKBABALAR, SENDİKA BÜROKRASİSİ VE SOL
DONNELLEY işçileri önceki pazartesi sabahı Buenos Aires banliyösündeki fabrikalanna vardıklarında bir sürprizle karşılaştılar:

DONNELLEY işçileri önceki pazartesi sabahı Buenos Aires banliyösündeki fabrikalanna vardıklarında bir sürprizle karşılaştılar:
Fabrika kapısına asılan tabelada şirketin iflasını açıkladığı ve kesin kapanış verdiği yazıyordu. Dört yüzden fazla işçi ve aileleri öğleye doğru Panamerikan otobanını ulaşıma keserek şirketin komplosunu tüm ülkeye duyurdu. Daha sonra işçiler kapılan açarak fabrikaya el koydu ve eyalet Ticaret Mahkemesinin uzlaşma önerisini de reddetti.
İFLAS YALANI
Durum oldukça tuhaftı:
ABD’li "RR. Donnelley & Sons Company" Basım şirketi geçen yıl Arjantin’de 208 milyon dolar ciro yapmıştı. Ülkede 22 yıldır faaliyet gösteren bu şirketin borcu da bulunmuyor. Peki bu ani iflas karannın ardında ne vardı? Bunu o hafta halka yaptığı konuşmada Başkan Cristina açıkladı: Donnelley’in ortağı Akbaba Fonlannın sahibi Paul Singer’di.
Donnelley’in %70’i Paul Singer tarafından finanse edilen "BlackRock" adlı şirkete aitti. Yani Arjantin’e yasadışı borç çıkaran uluslararası finans çetesine. Söz konusu şirket bir ay önce de 123 çalışanını işten çıkarmak istemiş, Çalışma Bakanlığı bu eylemi yasa dışı ilan ederek durdurmuştu. Her ne kadar Başkan Cristina "ülkede ekonomik kanşıklık ve halkta korku yaratmayı hedefleyen" bu şirket yetkililerinin antiterör yasasıyla yargılanacağını söylese de Arjantin bir kurumlar ve yasalar devleti. Ona yargı karar verecek. Üstelik ulusal vergi kurumu AFİP, işçilerin fabrikada sürdürdükleri üretimi durdurmalannı istedi. Zira şirket iflasını vermiş durumda.
SENDİKA SİSTEMİ: PERONİZM
Donnelley işçilerinin sınıfsal refleksindeki hız ve gerçekleştirdiği eylem, Türkiye ölçütünde bir devrim sayılabilir. Ama olay Latin Amerika’da özellikle de Arjantin’de geçince, gazete sayfalarında küçük bir haber kadar yer kaplıyor.
Bu kuşkusuz kıtadaki sendikal mücadelenin gücü ve zengin tecrübesinden geliyor. Ancak kıtada sendikal mücadele asla düz bir çizgi izlememiş, hep paradoksal biçimde gelişmiş. Bugün Arjantin’de egemen olan tek sendika sistemini Juan Domingo Peron kurmuş. Peron, henüz bir yüzbaşıyken, askeri ataşe olarak bulunduğu Mussolini İtalya’sında, "korporatizmi" tanımış ve daha sonra darbeyle iktidara geldiğinde aynısını kendi ülkesinde uygulamıştı.
Yıllar içinde gelişerek Arjantin’de ana politik akm olacak Peronizmin en büyük mahareti de buradan, işçi sınıfını yönetebilme kapasitesinden gelecekti. General Peron, korporatizmi inşa edebilmek için ilk önce Komünist işçi liderlerini hapsedecek fakat sendikal özgürlükleri tek bir çatı altında olmak üzere genişletecekti. Bu sistem o kadar başarılı oldu ki Peronun can düşmanlan bile onu değiştirmeye yeltenmediler. Zira bu sistemde sendika bürokrasisi sayesinde bağımsız bir sınıf akımı gelişememekte, sınıf hareketi daima sistem içinde kalmakta ve patronlar aslında hep tanıdıklan adamlarla pazarlık yapmaktaydı.
Tek sendika sisteminde dışandan bir sızma da yıllarca mümkün olmadı. Bunun 1973 faşist darbesi öncesi tek istisnası, devrimci işçi lideri Agustin Tosco’nun enerji sektöründeki "Luz y Fuerza’nın başına seçilmesiydi ki bu sendika bağımsız biçimde örgütlenmişti. Bugün ise bu istisnaya başkent metrosundaki bağımsız sendika örnek verilebilir ama hala aslında kurumsal bir garantisi yok. Bu tek sendika sistemi, işçi sınıfının denetimini getirirken paradoksal biçimde güçlü bir sendika bürokrasisi yaratıyor. Söz konusu bürokrasi, iktidarın bir ayağını oluşturuyor ve çalışanlar lehine çok kuvvetli pazarlıklar yapıyor.
Bu bürokratlar siyasal dengeleri kullanmakta da çok becerikliler. Örneğin yüz milyonlarca dolar serveti olduğu söylenen kamyon sendikası lideri Hugo Moyano, 1990’larda özelleştirmelere karşı bu merkez sendikacılığını bölen güçtü.
SOLUN GERİCİLEŞMESİ
Bugünkü iktidara karşı sağ cephenin en büyük kozu da yine o. Birkaç ay içinde iki genel grevi başanlı biçimde örgütledi. Arjantin’de son yıllarda sol, sendika bürokrasisini kırmaya ve merkezde de önemli mevaler almaya başladı.
Bu durum, iktidar dışındaki sol politikanın giderek emekçilerin ekonomik mücadelesine eklemlenmesine yol açıyor ve halkçı-milli bir iktidar olma iddiasını sürdüren Cristina Kirchner yönetiminin, karşısındaki cepheyle hareket etme sonucunu doğuruyor. Komünist Parti, bu hatayı 1950’de Peron’a karşı işlemişti ve tamamen gayrı-milli bir konuma düşerek kitleden dışlanmıştı. Şimdi troçkist sol, aynı yolda ilerliyor.