TÜRK-İŞ’İN 12 TEMMUZ 1994 BAŞBAKANLIK YÜRÜYÜŞÜ
Tansu Çiller’in başbakanlığında DYP-SHP Koalisyon Hükümeti, 1994 yılında ekonomik krizden çıkış için 5 Nisan 1994 tarihinde bir istikrar programı açıkladı. Bu programın temel hedefi, öncelikle kamu kesiminde işçilik maliyetlerinin azaltılmasıydı.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Kamu kesiminde işgücü maliyetlerinin düşürülmesinin özel sektör işçilik maliyetleri üzerinde de benzer bir etkisinin olması bekleniyordu.
Hükümet, ekonomik sorunları gerekçe göstererek, 1993 yılında kamu kesimindeki işyerleri için imzalanan toplu iş sözleşmelerinde yer alan dördüncü dilim zamlarını ödememe çabasına girdi. Mayıs ayında 4500 işçinin yüzde 60,1 oranında uygulanması gereken üçüncü dilim zamları verilmedi. 4 Haziran 1994 günü ise, Başbakanlık Konut’unda Genel Başkan Bayram Meral, Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, Devlet Bakanları Bekir Sami Daçe ve Necmettin Cevheri’nin katıldığı toplantıda, Tansu Çiller ve Murat Karayalçın, toplu sözleşmelerdeki dördüncü dilim zammın ödenemeyeceğini bildirdi. Bayram Meral bu kararın uygulanamayacağını ve toplu pazarlık düzenine müdahale edecek uygulamalara karşı çıkılacağını açıkladı.
Hükümet Haziran ayında üçüncü dilim zammını alacak 32 bin işçinin ve dördüncü dilim zammını alacak 34 bin işçinin zamlarını da uygulamadı. İşçilerden ve sendikalardan yoğun bir tepkinin gelmemesi üzerine, Bekir Sami Daçe, 26 Haziran 1996 günü Genel Başkan Bayram Meral’e ilettiği teklifte, yüzde 6 oranında bir zam önerdi. Bu teklif üzerine Türk-İş Başkanlar Kurulu acil olarak 28 Haziran 1994 günü toplantıya çağrıldı.
26 Haziran 1994 günü Bekir Sami Daçe tarafından verilen teklifin ardından, Türk-İş Başkanlar Kurulu 28 Haziran 1994 günü toplandı. Türk-İş Başkanlar Kurulu 28 Haziran 1994 günü yayınladığı bildiride, 12 Temmuz 1994 günü Başbakanlık’a yürüyüş, 20 Temmuz 1994 günü ise Genel Eylem kararını açıkladı.
Başkanlar Kurulu’nun 28 Haziran 1994 günlü toplantısı, Genel Başkan Bayram Meral’in aşağıda yer alan konuşmasıyla başladı:
Başkanlar Kurulumuzun Değerli Üyeleri,
Basınımızın Değerli Çalışanları,
Hepinizi Türk-İş Yönetim Kurulu adına en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Önce, aramıza yeni katılan ve Türk-İş’imizi daha da güçlendiren Orman-İş Sendikası Genel Başkanı Sayın Selahattin Güngör’e hoşgeldiniz diyorum.
Başkanlar Kurulumuz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik ve toplumsal bunalımının yaşandığı günlerde toplanıyor. Özellikle 5 Nisan İstikrar Paketi’nden sonra her geçen gün çığ gibi büyüyen sorunlar, Başkanlar Kurulumuzun bu toplantısında Türk-İş’in önemli kararlar almasını zorunlu kılmaktadır.
5 Nisan İstikrar Programı’nın ve bu konudaki isteklerimizin açıklanmasının ardından yaklaşık üç ay geçmiş olmasına rağmen, 158 sayılı ILO Sözleşmesi’nin onaylanması konusunda Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesinin dışında olumlu herhangi bir adım atılmamıştır. 158 sayılı Sözleşme’nin onaylanmasının uygun görülmesi de, iç mevzuatımızda gerekli değişiklikler yapılmadığı taktirde, bir anlam ifade etmemektedir.
5 Nisan’dan beri çalışanların sorunları dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
Hükümetin uyguladığı ve bunalımın yükünü çalışanların sırtına yıkmayı hedefleyen ekonomik politika sonucunda, her geçen gün binlerce işçi işten atılmaktadır. Ücretsiz izin ve kısa süreli çalışma uygulamaları yaygınlaşmaktadır. Taşeronlaşma ve kaçak işçilik artmaktadır.
Her gün kapanan çok sayıda işyeri, yüzbinlerce işçiyi açlığa mahkûm etmektedir.
Bazı işverenlerin sendikaları zayıflatmak için işçi çıkarmaları, yerel seçimler sonrasında bazı belediyelerin siyasi amaçlı çıkış vermeleri ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan yaşanan göç, işsizliği iyice artırmıştır. Devletimizin ve halkımızın malvarlığı, özelleştirme adı altında, değerinin çok altında fiyatlarla vurgunculara peşkeş çekilmektedir.
1 Bu rapor, Tekgıda-İş Sendika Akademisi yöneticisi Yıldırım Koç tarafından hazırlanmıştır.
Kamu çalışanlarının sendikal haklarına ilişkin yasa tasarısı son derece yetersizdir. 12 Temmuz 1994 tarihinde ILO’nun denetimine girecek 87 ve 151 sayılı Sözleşmelerin gereklerini yerine getirmekten uzaktır.
Hükümetle sorunların çözümü konusundaki görüşmelerimiz olumlu sonuç vermemiştir.
Türkiye, üretenin ve çalışanın değil, çalışmadan para ve döviz oyunlarıyla ve faizle büyük paraların kazanıldığı bir ülke haline gelmiştir.
Birçok işyerinde işçi ücretleri ve ikramiyeleri zamanında ödenmemektedir.
Emekliler, zaten son derece yetersiz olan emekli aylıklarını alabilmek için ayrıca eziyet çekmektedir.
Zorunlu tasarruf fonundaki kaynaklara el konulmakta, Fon’dan yapılması gereken ödemeler aksatılmaktadır.
Sosyal Sigortalar Yasası değiştirilerek, işsizliğin böylesine yaygınlaştığı bir dönemde emeklilik imkansız hale getirilmek istenmektedir.
Hükümetin vaadettiği demokratikleşme paketi ise hem yetersizdir, hem de bu haliyle bile hayata geçmemiştir. Anayasa’nın, grev hakkımızı kağıt üzerinde bırakan 54. maddesi Demokratikleşme Planı’na dahil değildir. Başta Anayasa olmak üzere, 2821 ve 2822 sayılı Yasalar ve diğer anti-demokratik mevzuat halen yürürlüktedir. Bu yasaların değiştirilmesi için Hükümet, diğer siyasi partilerle uyum içine girememiştir.
5 Nisan İstikrar Paketiyle halkımızın sırtındaki yükün dayanılmaz boyutlara ulaşması karşısında Hükümet, gereken tedbirleri almak yerine, halen daha 3 rakamlı enflasyonun altında ezilen çalışanlardan fedakârlık istemektedir.
Kamu kesiminde yaptığımız toplu sözleşmelerin bazılarında 3. dilim zammı, bazı sözleşmelerde ise 4. dilim zammı uygulanmamıştır ve görünen o ki, uygulanmak istenmemektedir. Hükümet, bizden, sözlü olarak, enflasyon farkından fedakârlık yapılmasını istemiştir. Hükümetin bu isteği kesin olarak reddedilmiştir.
Türk-İş’in hukukta ve mantıkta yeri olmayan böyle teklif ve talepleri kabul etmesi ve ciddiye alması mümkün değildir.
Batan bankaları kurtarmak için trilyonları gözü kapalı harcayanlar ve gecekondu gibi kurulan bankaları güvence altına alanlar, işçinin enflasyon farkına göz dikmemelidir.
İmzalanan toplu iş sözleşmesinin gereklerini yerine getirmemek, hazine bonosunu zamanında ödememekle aynıdır.
Hükümet, bu hukukdışı düşüncesinde ısrar ettiği taktirde, büyük mücadelelerle sonuçlandırdığımız ve Sayın Başbakan’ın da altında imzası bulunan toplu iş sözleşmelerimizdeki parasal haklarımızın tahakkuku için, Başkanlar Kurulumuzca en etkili kararlar alınacak, üretimden gelen gücümüzün kullanılması da dahil olmak üzere, gereken meşru ve demokratik kitle mücadelesi verilecektir. Bu haklı mücadelemiz sırasında çıkabilecek tatsız gelişmelerden Hükümet sorumlu olacaktır.
Bu arada bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Bazı basın organlarında Türk-İş düşmanlığıyla tanınmış bir-iki kişinin yazdıklarında veya bazı kişilerin demeçlerinde, kamuoyuna, Türk-İş’in sessiz kaldığı görünümü verilmek istenmektedir. Türk-İş, yetkili organları tarafından yönetilen ve bu organların aldığı kararları hayata geçiren bir kuruluştur.
Böyle önemli bir konuda, hiçbir kimsenin, yetkili kurullarımızın alacağı kararların dışında hareket etmeyeceği açıktır. Yönetim Kurulumuz olayların gelişmesini değerlendirmiş, gerektiğinde Türk-İş’in her alandaki görüşlerini açıklamış, tepkisini göstermiş ve önemli kararları Başkanlar Kurulumuzla birlikte almayı uygun görmüştür. Bu demokratik tavrı bir suskunluk olarak suçlamak, ciddiyetle ve sorumluluk duygusuyla bağdaşmayan iddialarda bulunmak, Türk-İş’e ve umudunu bu yüce kuruluşa bağlamış insanlara, en hafif deyişle saygısızlık etmek demektir.
Türk-İş bir bütündür. Türk-İş kararlarını yetkili kurullarında tartışır ve alır. Sonra da o kararları kendi teşkilat yapısı ve disiplini içinde uygular. Özellikle böyle kritik günlerde bunun herkes tarafından bilinmesinde veya hatırlanmasında yarar vardır.
Türkiye’de ekonomik ve toplumsal sorunlar büyümektedir. Hiç kimse geleceğe güvenle bakamamaktadır. Herkeste bir kaygı ve hatta korku egemen olmaya başlamıştır. Koalisyon Hükümeti, Vatanı için hayatını tehlikeye atan insanlarımızın evlerinde huzur sağlayamıyorsa, attığı adımları çok daha dikkatli hesap etmelidir. İşverenlerimiz de bu yoksulluğun ve toplumsal çöküntünün altında yalnızca çalışanların kalmayacağının bilincinde olmalıdır.
Bu gidiş, “devleti küçültüyoruz” diye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birikimlerini yok etme, “serbest piyasa” diye Türkiye’yi yağmacıların hakimiyeti altına sokma, çalışanları köleleştirme, toplumu çürütme, demokrasiyi ve sendikaları yok etme doğrultusundadır.
Türk-İş, bu sorunların aşılmasında yalnızca işçilerin değil, tüm halkımızın umudu olmuştur.
Türk-İş, işçinin, memurun, işsizin, emeklinin, esnafın ve köylünün çıkarlarını, demokrasiyi, Vatanın bütünlüğünü, ülkenin huzurunu ve Anayasamızda belirtildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olma niteliğini savunmaktadır. Başkanlar Kurulumuz, bu sorunları görüşecek ve ülkemizin, tüm çalışanların ve işçi sınıfımızın çıkarları doğrultusunda gerekli kararları alacaktır.
Hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun Türk-İş Genel Merkezi Toplantı Salonu’nda 28 Haziran 1994 günü yaptığı toplantıda gelişmeler değerlendirdi. Görüşmelere ilişkin tutanak aşağıda sunulmaktadır2:
Bayram Meral: Başkanlar Kurulu toplantısı öncesinde İstanbul, İzmir, Ankara şubelerinden gelen başkanlar, platformlar adına görüşmek istediler. (İstanbul Şubeler Platformu’nun açıklaması çoğaltılarak dağıtıldı.) Münir Ceylan cezaevinde. Atilay Ayçin’e de geçmiş olsun diyoruz. Ayçin bilgi verebilir.
Atilay Ayçin: 1991 yılındaki bir mitingde yapılan konuşma nedeniyle Anti-Terör yasasının 8/1 maddesinden 20 ay hapis cezası verildi. Dava üç yıldır sürüyordu.
Bayram Meral: Mali konularda bilgi verilecek. Tüzük gereği, aidatların ödenmesinde faiz ödenecek.
Enver Toçoğlu (Türk-İş Genel Mali Sekreteri, Demiryol-İş Gn.Bşk.): Borçlulara gerekli yazılar yazılmıştı. 3 Mart 1994 tarihinden sonra aidatın cezalı olarak verileceği bildirildi. Mart 1994’ten başlatıldı. Petrol-İş, 2,6 milyar; Tekgıda-İş, 2,7 milyar; Teksif, 1,8 milyar; Türk Metal, 1,9 milyar; Tes-İş, 2,3 milyar; Harb-İş, 718 milyon; Belediye-İş, 6,9 milyar; TOPLAM: 20,660 milyar TL aidat alacağı ve 1,7 milyar TL faiz alacağı: 22,4 milyar TL toplam alacak.
Hasan Biber (Liman-İş Gn.Bşk.): Şubeler platformlarının açıklamasında Türk-İş’in hak etmediği suçlamalar olmuş olabilir. Hükümet kendi bildiğini okuyor. Kendi istediğini sendikalara uygulatmaya çalışıyor. Son iki üç ay içinde 500 bine yakın insan işten atıldı. Son ekonomik kararlarla ülkemiz yangın yerine çevrildi. Herkes geleceğinden korkuyor. Hükümetle birebir görüşmelerden kuşkumuz yok. Pratikte bir şey gözükmeyince, Genel Başkanın birebir görüşmeleri kuşkulara ve kimi yerlerde bize rağmen eylemlere yol açıyor. İstanbul’daki Liman İş Şubesi iki saat iş durdurmuş. Bizim haberimiz yok. Ben yapmayınca o işi durdurunca, o haklıdır. Genel Başkan olarak ben gereken işi yapmazsam, Şube gereğini yapar. Şubeler isteklerini yanlış veya eksik dile getirmiş olabilirler. İşçiye en yakın olan işçiler, en sıkıştıkları noktada, Türk-İş Başkanlar Kurulu’ndan bir çıkış beklemektedir. Hükümet gelmiş geçmiş en şımarık, en riyakâr, en ikiyüzlü Hükümet. Bu şımarıklığa karşı tepki olmalı. Biz susarsak ve tepki göstermezsek, bizi satmışlardır gibi kuşkular doğacaktır. Liman-İş olarak önerimiz, Hükümetin teklifinin böyle olması Hükümete cesaret vermiştir. Eğer TİS’ler güvence olmaktan çıkarsa, önümüzdeki TİS’lere hiçbirimizin oturması doğru değildir. Bugün ücretlerde yapılacak ihlal, demokratik ve sosyal haklarda da ihlallere yol açacaktır. TİS’lerin uygulanması imkânsız olacaktır. Önerimiz, genel grev tarihinin belirlenmesi ve profesyonel sendikacılar olarak bir şeyler yapması.
Bayram Meral: Enflasyon zammının uygulanması konusunda Bakanlar bile yetkili değil. Ben genel başkanım. Kendi teşkilatımın sorununu görüşürken de gerektiğinde yalnız giderim. Konuşurken konuşmaların nereye gideceğinin hesabını iyi yapmak lazım. Geçici işçilerle ilgili de yalnızca Başbakan yetkili. Bayındırlık Bakanı bile muvakkat işçilerin sorunlarını çözemiyor. Benim Teşkilatımın sorunları da had safhada. 25 yılına yaklaşmış insanlar kapı dışarı bırakılacak. Gidip yalnızca konuşamayacak mıyız?
Hasan Biber: Yanlış anlaşılıyor. Siz Genel Başkan olarak gerektiğinde yalnız da görüşeceksiniz. Sizin birebir ilişkilerde Başbakan’a gösterdiğiniz tavır ne kadar sert olursa olsun, Başkanlar Kurulu’nun tavrına yansımalı bu durum.
Bayram Meral: Başbakan’a her zaman Başkanlar Kurulu olarak gidilmez. Ferdi de giderim, Yönetim Kuruluyla da, Başkanlar Kuruluyla da giderim.
2 Tutanak, o tarihte Türk-İş Genel Başkan Danışmanı olan ve toplantıya katılan Yıldırım Koç tarafından tutulmuştur.
Metin Tiryakioğlu (Basisen Gn.Bşk.): Bazı arkadaşlarımız yalnız kamuda, bazıları yalnız özelde, bazıları her iki sektörde de. Eğer özel sektörde 600-700 bin işçi atıldıysa, kamudan atılmıyorsa, özelde çeşitli arkadaşlarımız büyük özveride bulunuyorsa, devlet bundan cesareti alır. Özelde yapılan niçin KİT’te yapılmıyor deniliyor. Çifte standart olmamalı. Özelde de soruna sahip çıkalım. Özelde saati kısma, ücretli izin ve benzeri uygulamalara gidiliyor. Kamudaki fiili iş güvencesinin farkında olalım. Özeldekinden farklı.
Bayram Meral: İşin ana noktası devletten kaynaklanıyor. Yol-İş’in özel sektörde de üyesi var. 20 bin işçi, müteahhit istihkak alamıyorum diye, kapı dışarı edildi. Sorun çok boyutlu. Benim görevim mi, Bakana veya Başbakana gidip ,istihkak çıkartmak. İstihkak aldırıp, işçilerin ücretlerinin ödenmesini sağladık. Bütün bundan sonra yapılması gerekenleri görüşelim. Hükümet sorunlara çözüm arayacaktır. Hükümet, ülkenin sorunlarına talip olmuştur. Terör, işsizlik, ekonomideki sıkıntılar var. 500 gün içinde çözeceklerini söylemişlerdi. Varsın, çözsünler.
İzzet Çetin (Harb-İş Gn.Bşk.): Usul hakkında bir iki şey söyleyeceğim. Tartışmaları sonuçta cevaplandırın. Hepimiz sendikacıyız. Her toplantıda derin bunalımdan söz ediyoruz. Cumhuriyet döneminin en kritik ve hassas dönemini geçiriyor. Bunda çalışanların hiçbir sorumluluğu yok. Türkiye’nin dört bir tarafında herkes Türkiye’nin geleceğini sorguluyor. Bölgelerde platformlar oluşturuluyor. Yeni arayışlara giriliyor. İstanbul, Ankara ve İzmir platformu adı altında bir bildiri dağıtıldı. Lüleburgaz, Sakarya da açıklamalar yaptı. Herkes soru soruyor, ne zamana kadar bekleyeceksiniz, diyorlar. Hiçbir dönemde bu kadar suskun olmadık. Sayın Başkan’ın açış konuşmasında da belirtilen üretimden gelen gücün kullanılacağı belirtiliyor. Şimdi artık kimse bu sözlere itibar etmiyor. Kamu çalışanları, polisi, askeri, işsizi, köylüsü bize umut olarak bakıyor. Biz bu umutları hayal kırıklığına uğratıyoruz. Bu hükümete verilen taviz hiçbir dönemde hiçbir hükümete tanınmadı. İşten çıkartmalar alabildiğine devam ediyor, Körfez Krizinden beri. Özelleştirme konusunda bir teşkilat en büyük darbeyi yedi. Bu, hepimizin sorunu. Temel taleplerimizi unuttuk. Anayasa ve yasalardaki değişiklikler, demokrasi ve nisan hakları diyorduk. Özelleştirmeyi gündemimizin ana maddesi yapmıştık. İşten çıkarmaların yayılacağını tespit etmiştik. Bugüne kadar somut bir adım atamadık. Bölge kurultaylarından sonuçlar çıkaramadık. İstikrar paketinin açıklanmasından sonra Başkanlar kurulu sonuç bildirisini hayata geçiremedik. Eylem komitesi daha başından itibaren eylemsizlik komitesi oldu. Çeşitli yerlerdeki mitingler ve 1 Mayıs kutlandı, ancak eylem komitesine ne bir görev verildi, ne bir iş yaptı. 12 Nisan’da toplandık. Ancak bir karar da alınmadı, bir sonuca da gidilmedi. Hasan Biber’in söyledikleri çok açık. Bir bütün olarak ne yapmamız gerektiğini konuşmalıyız. Hepimiz Başkan’ın açış konuşmasından sonra bir beklentiye girdik. Bekleye bekleye çalışan sınıfın bu duruma düşmesine yol açtık. Hepimizin bu gelinen noktada payı var, yalnızca 5 kişi , Yönetim Kurulu değil. Bir saldırı var. Çalışan sınıflara yönelen oklardır 5 Nisan kararları. İşverenlerden net aktif vergisi alınacaktı, bilançolarını düzenlemek için zaman verildi. Başbakan varlığını A.B.D.’ye kaçırıyor. Bir başka Bakan sokak kabadayısı gibi silahını çekip havaya boşaltıyor. Bu hükümete karşı gelin görüşelim, arkasından Başkanlar kurulu toplantısı, vb. bekle gör, sonra sil baştan, artık fasit dairenin arkasında dönemeyiz. Bugün işçilerin, memurların, esnafın, köylünün gözü bu Başkanlar Kurulu’nun üstünde. Hükümetin isteğiyle toplanmış gibi bir görünüm arz etti bu Başkanlar Kurulu. Enflasyon farkının ödenmemesi teklifinin Başkanlar Kurulu’nda görüşüleceği açıklaması, güveni yok etmiştir. Hükümetin isteğiyle Başkanlar Kurulu’nun toplandığı iddiaları var. Biz, zam yapılmaması teklifini ciddiye alamayız, görüşemeyiz. Biz B.K.’nde ne yapılacağını konuşuruz. İşten çıkartmalar, işyeri kapatmalarına karşı ne yapmamız gerektiğini konuşmalıyız. Eğer tartışıp, konuşup, üretimden gelen güç dahil gücümüzü kullanacağız diyerek bırakırsak, kimse bize inanmaz, güvenmez. Ülkenin dört bir tarafında insanlar harekete geçer, biz de hareketin gerisinde kalırız. Hukuk devleti ilkelerinden taviz veremeyiz. Sosyal devletin tahrip edilmesine göz yumduk. Emeklilik, zorunlu tasarruf konularında tartışıldı, adımlar atıldı, biz bir şey yapmadık. Sorunları tek tek saymıyoruz. Sosyal devlet tahrip edildi, hukuk devletini tahrip ettirmeyeceğiz. Bu hükümetin göçüp gitmesinden korkmamalıyız. Bu hükümet tez elden alaşağı edilmelidir. Biz sendikalar olarak masaya oturmalıyız. Sorun, hükümetin yanlış politikaları ve sermaye sınıfı ile çalışanlar arasındaki kavgadır deyip, takvimi belirlemeli, içini doldurarak profesyonel sendikacıları toplayıp başbakanın protesto edilmesi, illere dağılıp temsilcilerle görüşüp, toplantılar yapıp, bayrağı açmaktan başka bir çaremiz yoktur. Ücretlerin ödenmesi gecikecek. 20 Temmuz temel alınmalı, o tarihe kadar belirli bir takvim içinde adım atılmalı. İşçilere teşvik için önce profesyonel sendikacılar bir eylem yapmalı.
Bayram Yıldırım (Petrol-İş Gn.Bşk.): Sorunlar doğru tespit edilmiş. Enflasyon farkının verilmemesi pazarlık konusu yapılacak mı? Hayır, böyle bir pazarlığın olmayacağı açık bir biçimde söyleniyor. Bunu vurgulamakta yarar var. İşçi alacakları artıyor. Ücret ödemelerinde büyük aksamalar var. Profesyonel sendikacılardan başlayarak ve vakit geçirmeden eyleme geçelim. Eylemimiz askıya alındı. Sorun yalnızca enflasyon farkı değil, İş yasası, işten atılmalar, işyeri kapatmaları, zorunlu tasarruf, vb. birlikte ele alınmalı. Kamu çalışanlarına ilişkin sıcak gelişmeler olacak. Onların zammının da düşük kalacağı açık. Hükümetin önerisi kesinlikle kabul edilemez. Kimse bu öneriyi tabana anlatamaz. Bir eylem takvimi yapmalıyız.
İbrahim Eren (Kristal-İş Gn.Bşk.): Sorunları hepimiz biliyoruz. Bir kez daha hatırlatmak için satır başlarıyla hatırlatmak istiyoruz. Zamlar. Özelleştirme, hatta liberal ekonomiye uymayan. Kapanan işyerleri, Kapanan işyerleri, Ödenmeyen işçi alacakları. TİS uygulamama. Kamu çalışanlarının sendikal hakları. Zorunlu tasarruf fonu. SS yasası. Demokratik düzenlemeler, Anayasa, 2821, Belediye-İş’in yetki sorunu. İstanbul Büyükşehir’deki yetkinin Genel İş’e verilmesi. Bu sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Bu sıkıntıların her biri ve özellikle de yetkinin gasp edilmesi, her biri ayrı ayrı genel grev maddesidir. Türk-İş her zaman ülkenin ve halkın çıkarlarını ön planda tutmuştur. Bu yüzden de bütün sorunları ve sıkıntıları masada çözebilmenin yollarını aramıştır. Artık sorunların diyalogla çözülemeyeceği açıklığa kavuşmuştur. Tartışmaları gündemin eylem programı maddesine geçelim.
Ahmet Balaman (Koop-İş Gn.Bşk.): Hükümet son derece başarılıdır. Borsa, döviz, faiz aracılığıyla ufak bir grup büyük yarar sağladı. Bunlar çok başarılıdır. Birileri çok büyük paralar kazandı. Biz ne yapmalıyız? Bizi kamuoyu önünde küçük düşürmeye çalışıyorlar. Kendimizi savunmalıyız. Kamuoyu önünde haklı olduğunu tescil ettirmeliyiz. Bu insanların çirkin yüzünü kamuoyunun önüne sermeliyiz. Enflasyon zammını düşünmek içn değil, bu insanlara karşı tepkimizi konuşmalıyız, bir takvim belirlemeliyiz. Ne yapılabiliri düşünmeliyiz. En kısa sürede bunu hayata geçiremezsek, en yakın sürede büyük sorunlar yaşayacağız. Elazığ Üniversitesinde imzalanan toplu iş sözleşmesinin uygulanmasını sağlayamadık. Mahkemelerde sürünürüz, bir sonuç almamız mümkün değil. Yorum ve eda davası işe yaramıyor. Hiç vakit geçirmeden, kalabalık laflar yapmadan, birlik beraberlik içinde davranalım. Zaten yargılanıyoruz. Beş defa daha yargılanalım.
Selahattin Ataman (Genel Maden-İş Gn. Bşk. Yardımcısı)Öneriler üzerinde yoğunlaşalım. Sorunlarımız belli. 3 ay geçti. Bekleyecek, bir şeyler söyleyecek durumumuz kalmadı. Sorunları sıralayıp, belediye işin sorununu da ekleyip, genel eylem kararını açıklayalım. Genel eylemin süreli mi, süresiz mi olduğunu belirleyelim. Bildirinin altına herkes imza atsın. Saat 2:30’da alacağımız kararı yetiştirelim.
Hikmet Alcan (Şeker-İş Gn.Bşk.): Problemlerimizin en ağır olduğu günlerde toplanıyoruz. Zaten 1980’den beri iyi bir dönemimiz olmadı. Her Başkanlar kurulu ülkemizde önemli sorunların olduğu günlere yansıyor. İşçiyi eyleme götüreceksek, en hassas konu para konusudur. Bu hükümetle imzaladığımız bir toplu iş sözleşmesi var. Türkiye bir ihtilal hükümetiyle idare edilmediğine göre, hukukun üstünlüğü ve demokrasiden söz ediliyorsa, geçmişte kararlı tavrımızla yüzde 142 oranında zamların alındığı döneler yaşadık. O zamanlarda az istiyorsunuz diyenler, siz yürüyün, biz arkanızdayız diyenler, şimdi ülkeyi idare ediyorlar. İyi idare edemiyorsan, sırada bekleyenler var. Bu hükümet gittiği zaman kıyamet de kopmaz. Merak ettiğim, kamuoyunda hafife almak gibi gözüken durum, Türk-İş yönetimi. Lafla olmuyor. Yönetim Kurulunun önereceği bir eylem programı bekliyorum. Eylemi göze almadıktan sonra, kararlılığı göz almadıktan sonra, çocuk oyuncağı gibi öneriler gelir. Bizim muhatabımız Başbakan olmalıdır. Başbakandan habersiz bunların hiçbirisi tuvalete bile gidemez. Birinci madde tis zamları, arkasından işsizlik olmalı. Vatandaşı tek bir yerden vuralım. Elimizde kapı gibi belge var. Arkasından da diğer noktaları sıralayalım. Bana göre, sizin de önereceğimiz zaman süreci, Temmuz ayına girdik. Ciddi bir şekilde, etkili olacak olan eylem programınızı bize sunun, hiçbir arkadaşımızın karşı çıkacağına inanmıyorum. Karar alalım uygulamaya ilişkin. Bundan önceki babayiğitler nasıl hizaya girdiyse, Taahhütlerimizi yerine getirdik.
Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun 28 Haziran 1994 günlü toplantısının ardından aşağıdaki bildiri yayımlandı:
Tüm çalışanlar, işçi sınıfımız ve sendikacılık hareketimiz, ekmeğimize ve haklarımıza yönelik büyük bir saldırı ile karşı karşıyadır. Uluslararası ve yerli sermayenin, vurguncuların, hayali ihracatçıların, rüşvetçilerin, kamu kesimini arpalık olarak kullananların sorumlusu oldukları bunalımdan çıkışın yükü, işçilerin, memurların, işsizlerin, emeklilerin, esnafın ve köylünün sırtına yıkılmak istenmektedir. Özellikle 5 Nisan İstikrar Paketi’nin ardından, enflasyon üç haneli rakamlara tırmanmıştır. Kapanan veya kapasite kullanımını düşüren işletmeler nedeniyle işsizlik hızla artmıştır. İşçi çıkartmalar toplumsal bir yaraya dönüşmüştür. Yerel seçimlerden sonra belediyelerde çalışan işçi ve memurlar siyasi görüşleri nedeniyle işten çıkarılmaktadır. Halkımız üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır. Memurların grevli toplu pazarlık ve siyasi faaliyette bulunma hakları hala tanınmamıştır. Memurların aylıklarının satınalma gücü, Cumhuriyet tarihinin en alt düzeylerine düşmüştür. Emeklilerin, dul ve yetimlerin, zaten çok yetersiz olan aylıklarının ödenmesindeki aksaklıklar, bu insanlarımızı çaresizliğe itmektedir. Esnaf ve köylü kan ağlamaktadır. Hükümet, toplu iş sözleşmelerini delmek, hala 12 Eylül döneminin yasakları ve kısıtlamaları altındaki toplu pazarlık düzenini bile ortadan kaldırmak, toplu sözleşmelerdeki zamları vermemek istemektedir. Alınteri ve beyingücünü satarak geçimini sağlayan milyonlarca insanın başka gelir kaynağı yokken, işçi ücret ve ikramiyelerinin ödenmesinin aylarca geciktirilmesi, sorunlarımızı daha da artırmaktadır. Anayasamızda Cumhuriyetin temel niteliği olarak belirtilen sosyal devlet tahrip edilmiştir. Hükümetin, toplu iş sözleşmelerindeki taahhütlerini yerine getirmeyerek, enflasyon farkını vermeme isteği, hukuk devletini de yok etme çabasıdır. Türk-İş, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin yılmaz savunucusudur. Türk-İş, sorumluluklarını yerine getirerek ve meşru gücünü kullanarak hukuk devletini savunacaktır. IMF’ye ve yabancı bankalara karşı taahhütlerini yerine getirmekle övünen Hükümet, kendi halkına karşı taahhütlerini yerine getirmede daha duyarlı olmalıdır.
Hükümetin hukuk devletini yok etmeye yönelik bu adımı, hak ettiği meşru ve demokratik tepkiyi Türk-İş’ten, tüm çalışanlardan ve hukuka saygılı herkesten görmezse, yürürlükteki toplu iş sözleşmelerinin diğer maddeleri de sürekli olarak ihlal edilecek ve önümüzdeki aylarda yapılacak toplu sözleşme görüşmelerine ve genel olarak demokrasiye duyulan güven de sona erecektir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, Yönetim Kurulu’nun tavrını onaylayarak, enflasyon farkının ödenmemesini tartışma konusu bile yapmamakta, hukuk devletinin gereğinin eksiksiz yerine getirilmesini istemektedir.
Hükümetin hukuk devleti anlayışını zedeleyen diğer bir tutumu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, birçok işyerinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yetki sürecine taraflı olarak ve aktif biçimde müdahalesi, işçinin iradesinin ayaklar altına alınmasıdır.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, toplu iş sözleşmesinin hükümlerinin uygulanmaması durumunda başvurulabilecek bir yol olan hak grevinin 1982 Anayasası ile anti-demokratik bir biçimde yasaklanmış olduğunu hatırlatarak, hukuk devletinin ihlali durumunda yasal yolların ve meşru eylemlerin gündeme getirilmesini kararlaştırmıştır.
Türkiye, çalışmanın ve üretimin ikinci plana itildiği, paranın para kazandığı bir ülke haline sokulmuştur. Asgari aylık ücret 50 dolardır. Buna karşılık, yıllık faiz geliri yüzde 406 olan hazine bonoları küçük bir azınlık tarafından kapışılmaktadır. Hazine bonosuna 100 milyon lira yatıran bir kişi, 23 asgari ücretlinin bir yıllık net ücretini faiz geliri olarak elde edebilmektedir.
Vatanları için her türlü fedakarlığı namus borcu bilen işçilerden ve memurlardan esirgenen kaynakların kat kat fazlası, batan bankalara aktarılmakta, hayali ihracatçılara, soygunculara ve vurgunculara verilmektedir.
Ülkemizin çalışanlarının bugünkü ekonomik bunalımın çıkmasında hiçbir sorumlulukları yoktur. Bunalımdan çıkışın yükü, bunalımın sorumlusu olan yeri ve yabancı tekelci sermayeye, vergi kaçakçılarına, vergi ayrıcalıklarından yararlananlara, devleti soyanlara, rüşvetçilere, soygunculara, vurgunculara yüklenmelidir. Çalışanlardan yeni fedakârlık istenmemelidir.
Türk-İş, ülkemizin ve halkımızın sorunlarını her şeyin önünde tutan ve sorunları iyiniyetli diyalog yoluyla çözme doğrultusundaki geleneksel tavrını sonuna kadar sürdürmüş, ancak tüm çabalarımıza rağmen, olumlu hiçbir sonuç alınmamıştır.
Hükümet kamu açıklarını kapatmak için, kamu gelirlerini artırmalı, kamu giderlerini kısmalıdır.
Kamu gelirlerini artırmanın yolu, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasıdır; herkesin devlet harcamalarına sahip olduğu malvarlığı ile orantılı bir katkıda bulunmasıdır. Kamu gelirlerini artırmak için, halkımızın alınteri ve beyingücünün birikmiş biçimi olan KİT’lerin değerinin çok altında fiyatlarla uluslararası ve yerli tekelci sermayeye ve bazı vurgunculara peşkeş çekilmesine son verilmelidir.
Kamu giderlerini kısmanın yolu, devletin bir avuç vurguncu tarafından soyulmasını ve kamu kesiminin siyasi partilerin arpalığı olarak kullanılmasını önlemekten geçmektedir. Kamu giderlerini kısmak için işçi ve memur sayısının ve bunların ücretlerinin azaltılması çabalarına son verilmelidir.
24 Ocak 1980 tarihinden sonra ülkemizde uygulanan ve günümüzde Koalisyon Hükümeti tarafından sürdürülen politika, halkımızın değil, uluslararası ve yerli tekelci sermayenin politikasıdır. Bu politika, halkımız için, işsizlik, pahalılık, yoksulluk demektir. Bu politikanın yarattığı ve yaratacağı toplumsal tahribat, rüşveti, intiharları, ahlaki çöküntüyü, hırsızlığı, huzursuzlukları, terörü yaygınlaştıracaktır.
Yalnızca sendikal hak ve özgürlükler ve işçilerin ücretleri değil, demokrasi, tüm halkımızın huzuru, refahı ve mutluluğu, vatanımızın bütünlüğü, ülkemizin bağımsızlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasın 2. maddesinde belirtilen ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti’ niteliği büyük bir tehditle karşı karşıyadır.
Demokrasi Planı olarak açıklanan program ise, yıllardır duymaya alıştığımız vaadler listesinin eksik ve yetersiz bir tekrarından ibarettir.
Türk-İş, ülkemizin her açıdan en büyük sivil toplumsal örgütlenmesi olarak, bu olumsuz gelişmeler karşısında üstlendiği büyük sorumlulukların gereklerini yerine getirmeye kararlıdır.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, ekmek, barış, özgürlük, demokrasi, iş, işçi-memur hakları ve sendikal hak ve özgürlükler için ülkemizin dört bir tarafında işçilerin ve memurların gerçekleştirdikleri meşru ve demokratik kitle eylemlerini desteklemektedir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, Hükümetin, demokratikleşme konusundaki vaadlerini yerine getirmesini, TBMM’deki siyasi partilerle işbirliği yaparak 12 Eylül döneminin anti-demokratik kalıntılarının temizlenmesini sağlamasını, Anayasanın emrettiği sosyal hukuk devleti anlayışına uygun davranmasını, zorunlu tasarrufa ilişkin sorunların çözülmesini, sosyal sigorta haklarımızı geriletmeye yönelik tasarıların gündemden kaldırılmasını, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun sağlıklı bir yapıya ve işleyişe kavuşturulması için Türk-İş’in önerilerine kulak vermesini, emeklilerin sorunlarını en kısa sürede çözmesini, memurların grevli toplu pazarlık ve siyasi faaliyette bulunma haklarını derhal tanımasını, yetki işlemlerine anti-demokratik bir biçimde ve taraflı olarak müdahale etmekten vazgeçmesini, toplu iş sözleşmelerinde öngörülen ücret zamları konusunda Sayın Başbakan’ın da altına imza attığı yükümlülüklerini yerine getirmesini istemektedir. Türk-İş, yeni hak alma mücadelesi verirken, elindeki hakları koruma bilinci ve kararlılığını da gösterecektir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, işverenlerin, işçilerin ekmeğiyle oynamamalarını ve sendikal hak ve özgürlüklere ve işçi haklarına saygı göstermelerini istemektedir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, tüm çalışanları, demokrasinin, vatanın bütünlüğünün, ülkemizin bağımsızlığının, halkımızın refahı ve mutluluğunun, sendikal hak ve özgürlüklerin, ‘demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti’nin ve kazanılmış mevzilerin korunması için dayanışma içinde olmaya çağırmaktadır.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, bir bütün olarak işçi sınıfımızı, diğer bir deyişle, işçileri, memurları, işsizleri ve emeklileri, ekmek, barış, özgürlük, demokrasi ve iş imkanları için, birlikte meşru ve demokratik mücadeleye çağırmaktadır.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, Türkiye’nin böylesine büyük sıkıntılarla karşı karşıya bulunduğu bir dönemde sorunların çözüm mercii olarak TBMM’nin tatile girmesini de doğru bir davranış olarak değerlendirmemektedir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, Türk Metal Sendikamızın 3 Temmuz 1994 tarihinde Bursa’da yapacağı mitingi tüm gücüyle desteklemekte ve tüm çalışanları bu mitinge katılmaya davet etmektedir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu, bağlı Sendikalarımızın Merkez Yöneticileri ve Şube Başkanları 12 Temmuz 1994 günü saat 11:00’de Türk-İş Genel Merkezi’nde toplanacaklar ve Sayın Başbakan’ı topluca ziyaret edeceklerdir. Hukuk devleti anlayışına uygun hareket edilmemesi ve belirtilen temel sorunların sürmesi durumunda, Başkanlar Kurulumuz aynı gün 9:00’da toplanarak sorunları ve gelişmeleri değerlendirecek ve 20 Temmuz 1994 günü genel eylem gündeme gelecektir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun 28 Haziran günlü toplantısının ardından, Türk Metal Sendikası, 3 Temmuz 1994 günü Bursa’da “İşveren ve Hükümete İhtar Mitingi” düzenledi. Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve Türk-İş’in diğer yöneticileri bu mitinge katıldılar. Bayram Meral mitingde yaptığı konuşmada, “20 Temmuz’da Türkiye’de hayatı durduracağız,” dedi.
Bayram Meral, 5 Temmuz 1994 günü bir basın toplantısı düzenleyerek, gelişmeler ve Türk-İş’in tavrı konusunda kamuoyunu bilgilendirdi. Bayram Meral’in basın toplantısı metni aşağıda sunulmaktadır:
Basınımızın, televizyon kanallarımızın değerli çalışanları,
Muhterem arkadaşlarım, cümleten hoş geldiniz. Sözlerime başlarken sizleri şahsım, Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım ve yetkili kurullarım adına saygı ile selamlıyorum.
Değerli basınımızın 3 Ocak genel eyleminde, maden işçilerimizin yürüyüşünde ve onu takip eden yürüyüş ve toplantılarımızda olduğu gibi, Başkanlar Kurulumuzun almış olduğu karar gereği 12 ve 20 Temmuz’da da bizimle birlikte olacağından, sorunlarımızı çok net şekilde dile getireceğinden, bize yardımcı olacağından emin olarak sözlerime başlamak istiyorum.
Türk-İş Başkanlar Kurulu toplandıktan sonra, aldığı karar gereği Hükümet vaadlerini yerine getirmek için, halkımızın, ülkemizin sorunlarına çözüm bulmak için görüşlerini açıklamasına rağmen, ne yazık ki Hükümet ülkenin sorunlarını, çalışanların sorunlarını bir tarafa bırakmış, üç-dört ilçe belediye seçimini bu kadar ağır sorunların önünde tutarak yoluna devam etmeye başlamıştır.
Türk-İş Başkanlar Kurulu kararlarının hafiyen uygulanacağını Hükümet iyi bilmelidir.
Türk-İş Başkanlar Kurulumuzun kararından sonra, gerek üyelerimizin, gerek şube başkanlarımızın ve yöneticilerinin, gerek Genel Merkez yöneticilerimizin telefonlarla bizi arayarak alınan kararlara destek vermeleri, bununla birlikte bu ayın 15’inde eylem yapacağını ilan eden memur sendikalarımızın bu kararlarını Türk-İş’in aldığı 20 Temmuz’daki genel eylem kararıyla birleştirerek ertelemeleri bizim gücümüze güç katmıştır.
Değerli Arkadaşlarım, ülkede bunca sorun ve sıkıntı varken, 5 Nisan kararları sonucu binlerce insan işinden olurken, işyerleri kapatılırken, ücretsiz izin adı altında insanlar işten uzaklaştırılmaktayken, işsizler ordusuna yeni işsizler katılırken, Hükümet edenler bu olaylara seyirci kalmaktadır. Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun uyarı kararlarına dahi kulaklarını tıkayan bir hükümet bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. Bunun iyi bilinmesini istiyorum.
Eğer biz bugüne kadar sorumluluk duygumuzun idraki içinde hareket ettiysek, bu, korkaklığımız, ürkekliğimiz değil, tam tersi ülkede huzur istemenin sonucudur.
Biz her zaman sorunların aza inmesinde üzerimize düşen neyse yaptık. Ama bunun karşılığını hiçbir zaman hükümetten görmedik. Eğer eylem programımız sonucu bazı sıkıntılar doğacaksa bunun sorumlusu Türk-İş Başkanlar Kurulu değil, bu karara uyan diğer demokratik kitle örgütleri değil, işçiler değil, ülke sorunlarına gözünü kapayan, kulağını tıkayan hükümet olacaktır.
Değerli Basın Temsilcileri,
1993 yılında akdettiğimiz, altında Sayın Başbakan’ın imzası bulunan Başbakan Yardımcısı ile üç Devlet Bakanının imzası bulunan toplu sözleşmelerde enflasyon farkları olarak ödenmesi gereken paralar, Mayın ayından bugüne kadar ödetilmemiştir.
Mayıs 1994’te 4 bin 512, Haziran 1994’te 66 bin 909 işçi, Temmuz’da 250 bin 122 işçi, Ağustos 1994’te 38 bin 947 işçi, Eylül 1994’te 372 bin 664 işçi, Ekim 1994’te 6 bin 477 işçi, toplam olarak 739 bin 631 işçinin toplu sözleşmelerle ilgili ödenmesi gereken enflasyon farkları Hükümet tarafından durdurulmuştur, halen ödenmesi için herhangi bir talimat verilmemiştir.
Türk-İş Yönetim Kurulumuz bu konuyu Başkanlar Kurulumuzun aldığı karardan sonra bir kez daha değerlendirmiş, dün, açık bir şekilde Sayın Başbakanımıza, DYP Genel Başkanlığına, SHP Genel Başkanlığına ve ANAP Genel Başkanlığına bir yazı ile durumu bildirmiş, Hükümetten ayın 11’ine kadar düşüncesini Konfederasyonumuza bildirmesi istenmiştir.
Umuyorum ki, Hükümet Türk-İş’in bu talebine karşı gözünü kapamaz, kulaklarını tıkamaz ve sorunları tırmandırmaz. Bunu birlikte göreceğiz.
Değerli Arkadaşlarım,
Bugün özelleştirme, taşeronlaştırma, işyerlerinin kapatılması, ücretsiz izin uygulaması, süresiz izine ayrılması, muvakkat adı altında çalışan işçilerimizin bu çalışma sürelerinin kısaltılması, işsizler ordusuna yeni işsizler katmakta, yoksullar safına yeni yoksullar eklemektedir.
Hükümetin başarılı sayılacağı tek konu işte bu tablonun yaratılmasıdır.
Çoluğu çocuğu için ANA vasfını kullanan, çocuklarının geleceğini düşünerek trilyonlarına trilyon katanlar; işçinin, memurun, işsizin, emeklinin, dulun da çocuklarının olduğunu, onların da çocuklarının geleceğini düşünmek zorunda olduklarını kabul etmelidirler.
Bir taraftan kendi çocuklarının geleceğini düşündüğünü ilan edeceksin, öte taraftan kendi insanlarının çocukları ne olursa olsun, diyeceksin. Böyle şey olmaz. Sosyal devlet anlayışı ile de bağdaşmaz.
Değerli arkadaşlarım, bir konu üzerinde durmak istiyorum.
DYP, AP’nin devamı olduğunu söylüyor. SHP de CHP’nin devamı olduğunu söylüyor. Yıllardır toplu sözleşme yapıyoruz. Her zaman Adalet Partisi fakiri kırmadan, incitmeden ondan birşeyler almıştır, zenginlere vermiştir. Şimdi de o yapılıyor, yadırgamıyoruz. Ama CHP’nin devamı olduğunu söyleyen SHP de fakirden alıp, zengine yollamaya başladı.
27 Haziran 1994 tarihinde SHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Cevdet Selvi bir açıklama yaparak, toplu sözleşmelerle ilgili enflasyon farklarının ödenmesinin gerekli olduğunu söyledi. Bu ayın içinde yine SHP Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Ethem Cankurtaran da bir basın toplantısı yaptı ve Selvi’nin görüşlerini destekledi. Sayın Genel Başkanları ise, Konut’ta ‘Hükümetimizin aldığı karardır. Enflasyon farkı ödenmeyecektir’ dedi. Sırf koltuğu korumak için konuşanlar görevlerini bırakmalı, doğruyu söyleyenler görevlerine devam etmelidir.
Hükümet her vesile ile işçiden, memurdan, emekliden, kısaca dar gelirliden bir şeyler beklemektedir. Bizden aldıkları birilerine kaptırılmaktadır.
Hükümet, iki gün oynama ile kamudaki ikramiyelerin tarihlerini değiştirmiştir, kamu işçisinin 6 trilyona yakın alacağına el koymuştur.
Dokuz ay çalışan 10 ay çalışan kamudaki birçok işçiyi iki-üç aya doğru çekmiştir, üç aylık gelirle 12 ay geçinmeye zorlayarak o kitleyi de mağdur etmiştir. En azından bir kısmını tekrar işe almamıştır. Dahası var, benzin yok, mazot yok diye çalıştırılmamışlardır. Devlet zarara sokulmuş, bu geçici işçiler mağdur edilmiştir.
700 bin kişinin ödenmeyen enflasyon farkı alacağı, Hükümetin hesaplarına göre konuşacak olursa, 40 küsur trilyon lira eder. Bunun neti 18-20 trilyon lira arasındadır. Bunun dört kişilik bir aile olarak her işçiyi düşünecek olursa, 3 milyon insanın alacağı paradır bu. Ama bunu Hükümet üç tane özel bankaya 40 trilyon devrederek paraları başkalarının cebine aktarmıştır.
Kimden alıp, kime veriyorsunuz? Soruyoruz Hükümete.
Hani iş sahaları açıp işsizliği önleyecektiniz?
Davası var, muhterem arkadaşlarım. Bugün hükümet edenler halkı sokağa çekmek için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.
30 yıl bu ülkeye hizmet edip emekli olmuş insanlar 3 milyon lira maaş almaktadır. Hastaneye gittiğinde itibar görmemekte, ilacının yüzde 10’unu öder, muayene parası öder, diğer taraftan SSK’nın imkanları dün olduğu gibi bugün de çarçur edilir.
Hükümetin iş başı yaptığında ilk işi, SSK’ya prim borcu olanların prim borçlarının faiz ve cezalarını affetti. Yani, primini ödeyen akılsız, primini ödemeyip kullanan akıllı hale sokuldu. SSK kayıtlarına bakılacak olursa, 60 trilyona yakın prim alacağı var. Faizlerin yüzde 406 olduğu bir ülkede, 60 trilyonu götürüp tahvile yatırmış olsan, ne emeklinin maaş sorunu, ne çalışanların tedavi sorunu kalır.
Hükümet, bunu yapmak yerine, Ekonomik Dengi Vergisi Yasasının sonuna eklediği bir geçici madde ile belediyeler ve diğer kamu kuruluşlarındaki prim alacaklarının faizlerini sildi, 36 ay takside bağladı. 16 trilyon lira tutan bu paranın, 36 ay sonraki değerini düşünün.
SSK’yı bataktan kurtardıklarını söyleyenler, bu da yetmiyormuş gibi, işçinin primleri ile inşa edilen İzmit Sopalı’daki 1100 yataklı hastaneyi, Yönetim Kurulundaki üyemizin bütün itirazlarına rağmen üniversiteye devrettiler.
İşte SSK’nın nasıl batırıldığına verdiğim birkaç örnek bunlardır. Hükümet şu anda işçi sorunlarına, çalışanların sorumlarına kulaklarını tıkamış, ‘neyi biliyorsanız onu yapın’ kararlılığı içinde görünmektedir.
Daha yakın bir tarihte Bursa’da tek sendika olarak Türk Metal Sendikamızın mitingini izlediniz, gördünüz. Kamuoyuna yansıtmanız nedeniyle bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Orman-İş Sendikamızın gelmesiyle şimdi 33 sendika olduk. 33 kuruluşun ülke genelinde koyacağı tavrı, Hükümetin çok iyi hesap etmesini istiyoruz.
Eğer Hükümet bırakıp gidecekse, bizi sebep göstermesin.
Hükümet eğer Anayasanın 119. maddesini hayata geçirmek için plan program yapıyorsa, bunun çok büyük bir yanlışlık olacağını, yıllardır bu masa etrafında oturan, meydanlarda çoğulcu parlamenter rejim için mücadele veren insanlara en büyük haksızlığın yapılacağının bilinmesini istiyoruz.
Biz, sorunları yüce Meclis’in çatısı altında çözüm bulunmasından yanayız. Eğer onu işlemez hale getirmeye çalışanlar olursa, Türk-İş ve kuruluşları kendi onurunu koruduğu gibi, o yüce Meclis’in onurunu da koruyacaktır. Bunu Hükümetin çok iyi bilmesini istiyoruz.
Yakın bir tarihte Meclis toplanacakmış. Şunu görüşecek, bunu görüşecek, o Meclis’in bileceği iştir. Ama, ülkenin içinde bulunduğu sorunları ele alarak, tatilini keserek, memura verdiği sözü, işçiye verdiği sözü, halkına verdiği sözü tutarak, bu anti-demokratik yasaları değiştirmeli, halkın huzuru için ciddi bir çalışma içine girmelidir.
Bu ne yazık ki değer parlamenterler hiçbir şey yapamamanın ezikliği içinde olduklarını söylüyorlar.
Durmadan ağırlaşan işsizlik, bir taraftan göç, bir taraftan nüfus artışı, işyerlerinin kapatılması ile artan işsizlik, hiç temenni etmiyorum, ülkede sosyal patlamaların sebebi olur. Maazallah bu hepimizi yakından rahatsız edici bir konudur.
Biz Hükümeti ve sayın milletvekillerini ikaz ediyoruz. Sorumluluklarının idraki içinde hareket etsinler, ülkenin sorunlarına çözüm bulsunlar, bu çözümde Türk-İş’e ihtiyaç duyulduğundan elimizden gelenin esirgenmeyeceğinin bilinmesini istiyor, hepinize teşekkür ediyorum.
Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, 10 Temmuz 1994 günü yaptığı açıklamada da şunları söyledi: “DYP vur diyor, SHP öldürüyor. Ayrıca RP’li yerel yönetimlerde başka dönemde işe girenler dışlanıyor. Bunun ne adil düzende, ne de hukukta yeri yoktur.” (Sabah,11.7.1994)
Bu arada 20 Temmuz 1994 günü yapılacak genel grevin hukuki durumu da tartışılmaya başlandı. Türk-İş Genel Başkan Danışmanı Yıldırım Koç, “87 sayılı ILO Sözleşmesinin sağlık gibi temel hizmetler dışında çalışan tüm ücretlilere barışçıl olmak koşulu ile genel grev dahil her türlü iş durdurma eylemini bir hak olarak tanıdığını belirtti. Yıldırım Koç, işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’nin bu konuya ilişkin kararları olduğunu hatırlattı.” (Milliyet,11.7.1994)
Bayram Meral, 11 Temmuz 1994 günü şunları söyledi:
“Bize hâlâ, ‘fedakarlık yapın’, diyorlar. Vurguncular yapsın, soyguncular yapsın, devleti yağmalayanlar yapsın. Sendikacılar Başbakan’ın çayını içmeye gidiyor. Bin kişilik bir işçi ve memur grubu ile Başbakanlığa yürüyeceğiz ve sorunlarımızı Sayın Başbakan’a ileteceğiz. ‘Türk-İş, enflasyon farkları verilmediği için eylem yapıyor’, deniliyor. Biz bunun için yola çıkmadık. Hiçbir zaman gemisini kurtaran kaptan anlayışı içinde de olmadık. Emeklilerin, memurların sıkıntıları da bizimdir. Eğer 12 Eylül hukuku devam ediyorsa, enflasyon farklarını vermeyelim tartışması yapılıyorsa, Erken Emeklilik Yasası ve İl İdaresi Yasası siperde bekletiliyorsa, bizim sıkıntılarımız henüz bitmemiştir, devam etmektedir.” (Milliyet, Sabah 12.7.1994)
Türk-İş Başkanlar Kurulu 12 Temmuz 1994 günü Ankara’da Türk-İş Genel Merkezi’nde olağanüstü olarak toplandı. Toplantıda yapılan görüşmelerin özeti aşağıda sunulmaktadır3:
Bayram Meral (Türk-İş Genel Başkanı): Basında bazı yöneticilerin yer alan açıklamaları zarar veriyor. Türkiye, Hükümet, polis, jandarma bize bakıyor. Bakanlara Başkanlar Kurulu ve Yönetim Kurulu’nun düşüncesini izah ettim. Demokratikleşme, memura ve emekliye vaad edilenler. Bunların hiçbirisi yerine getirilmedi. Bu arada memur sendikaları bizi ziyaret etti. Ayın 15’inde bir eylem kararı almışlardı. Görüşmelerimiz sonucu, ayın 20’sinde Başkanlar Kurulumuzun aldığı kararı hayata geçireceğiz, birlikte olursa daha yararlı olur dedik. Bize verdikleri yanıt, siz Hükümetle para konusunda anlaşırsanız ne olacak. Biz de onlara, yalnızca parayla ilgili olmadığımızı, toplumun diğer kesimlerinin sorunları için de mücadele ettiğimizi anlattık. Ancak paralar ödenirse hareket sahamız biraz daralır dedik. Kendilerine sorduk. Kendileri de aynı görüşü bildirdiler. Türk-İş’in alacağı kararları uygulayacaklarını yazılı olarak bildirdiler. Başbakanlığa yapılacak yürüyüşe onların da katılmasının bir mahsuru olmadığını bildirdik. Akşam Cevheri, Enver Bey’i aramış. Enver Bey beni buldu. Bizi çay içmeye davet etti. Kamuoyuna bir araya geleceğimizi ilan ettik. Söyledikleri benzeri konular. Yürüyüşten son derece tedirgin ve rahatsızlar. Sabah Emniyet Müdürü de aynı şeyleri söyledi. Bazı sızmalar olacak, olay yaratılmaya çalışılacak, endi. TÜR-İŞ attığı adımın idraki içindedir dedik. Türk-İş’in yalnızca kendi üyesine değil halkına karşı da sorumlulukları vardır, dedik. Bakan’a da, Emniyet mensuplarına da bunu söyledik. Bakanlarımız , bir komisyon şeklinde gelin, arkadaşlar Türk-İş’e dursun, dediler. Başbakan komisyon istiyorsa Türk-İş Başkanlar Kurulu’nu kabul etsin dedik. Bakan, Başbakanla konuşmaya gitti. Kendisinden henüz bir sonuç alamadık. Saat 1,5’a doğru Başbakanlığın önünde olacağız. Başkanlar Kurulu üyeleriyle birlikte Sayın Başbakan’ı ziyaret edeceğimizi söyledik. Bunun da Başbakan’a bildirilmesini istedik.
3 Tutanak, o tarihte Türk-İş Genel Başkan Danışmanı olan ve toplantıya katılan Yıldırım Koç tarafından tutulmuştur.
Özel Kalem ile görüşüldü. Biz de bazı hazırlıklar yapıldı. Arkadaşlarım dağıttılar. İşyerlerinde memurlarla işçileri karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. TCK, TCDD, TEK, DSİ işyerlerinde maaşlar karşılaştırılıyor ve işçilere hakaret ediliyor. Ne kadar üyemizin enflasyon farkını beklediğini bilgilerinize arz ediyorum. Başbakanlığa resmen bildirdik. Enflasyon farklarının tahakkukunu istedik. Başbakan’a ileteceğimiz talep yazısını bilgilerinize arz ediyorum. Başbakan üç aylık faaliyeti açıklayacak. 1,5 saat sürecekmiş. Biz kendilerine 1,5 dolaylarında gideceğiz. Türkiye’nin ve dış basının gözü bizde. Türk-İş sorun yaratıcı değil, sorunları çözücü bir tavır içinde olmuştur. 20 Temmuz’u seçtik. 20 Temmuz’da da olumlu bir gelişme olmazsa ne olacak. Dün akşam iki bakanla ve Bakanlık müsteşarıyla görüşürken yeni bir teklif getirdiler. Ekonomik sıkıntı var, 15’er günlük iki ikramiye almayın, enflasyon farkını ödeyelim, teklifini getirdiler. Bunların mümkün olamayacağını kendilerine arz ettik. Kimse bize sadaka vermiyor. Kimseden de yeni bir şey istemiyoruz. Enflasyonu kontrol altına almak Hükümetin görevidir. Enflasyonu kontrol altına alamamış. Emniyet Gn. Md. ile görüştük. Aramıza herhangi bir sızıntı olmayacak. Olay veya macera yaratmaya gelmiyoruz. Eğer bir yanlışlık yaparlarsa, ne pahasına olursa olsun yürüyeceğiz, böylesine nazik bir ortamda ülkemizi zedeleyeceğini söyledim. Onlar da olaya olumlu bakacaklarını, sızmaların olmaması için gereken tedbirleri alacaklarını söyledi. Polis kordonu istemiyoruz, dedim. Polis kordonu altına da yürümek istemediğimizi söyledim. 20 Temmuz’u görüşelim. Herkesin gözü bizde. 20 Temmuz’da ne yapmalıyız, onu konuşalım.
Adnan Özcan (Petrol-İş Gn.Bşk.): 20 Temmuz’daki genel eylem kararı ile geçmişi aştık. Enflasyon farklarının ödenmemesi bizim iki ay önce yapmaya çalıştığımız ve yapamadığımız eylemlerin sonucudur. Geç kaldıkça bu tür sorunlar çıkacaktır. Bu kararı alan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. 3 Ocak’taki katılım biraz düşüktü. Biz hazır değildik, diyordu işçiler. Şu anda da denirse yanlıştır. 15 Temmuz ve 18 Temmuz günleri Türkiye’deki bütün işyerlerinde yemekhanelerde okunsun, temsilciler aracılığıyla arkadaşlara anlatıyor. 20 Temmuz’da da genel eylem yapılır. 20 Temmuz’dan sonraki eylem programını da yapmalıyız. İkinci bir eylemi gündeme getirmezsek, 20 Temmuz eylemi birkaç ay içinde unutulur. Bütün sendikaların büyük sıkıntıları var. Zamansız kabul edilebilir, ama Başkanlar Kurulu’nu Münir Bey’i ziyarete davet ediyoruz.
İzzet Çetin (Harb-İş Gn.Bşk.): Bakanların Türk-İş’e gelmesi sonrasında basında yer alan haberler 28 Haziran toplantısında alınan kararlardan farklıydı. Herkes, Türk-İş ciddi mi, diye soruyordu. Basına yansıyan açıklamalar Biz tüm halkın sorunlarını gündeme getireceğimizi belirttik. Cevheri sanki Türk-İş adına bir açıklama yaptı. Bu uygulama olursa, Türk-İş’i yıpratır. Böyle bir açıklama yaptım. 20 Temmuz: Alınan kararın hayata geçirilmesi son derece önemli. Sadece ücret zamları talebiyle ortaya çıkmadık. Saat 11’de Başbakan’ın basın toplantısına birlikte gidebiliriz. Eylemin biçimini Başkanlar Kurulu’nda bile görüşmedik. Başbakanla biz Başkanlar Kurulu olarak görüşeceğiz. Arkadaşlarımız dışarda kalacak. 20 Temmuz’a kadar kamuoyunu iyi biçimlendirmemiz gerekli. Basını iyi yönlendirmeliyiz. Pullama, çeşitli bildirilerle tüm çalışanları ve halkı genel eyleme hazırlamalıyız. Biz genel eylemi genel grev olarak anlıyoruz. Kendi Başkanlar Kurulumuzda böyle ele aldık. Ne yapacağımız açıklığa kavuşturulmalı. Basit bir eylem olursa, sıkıntı olur. Res’en emekliliğin sendikalarla görüşerek karara bağlanması talebi, 5 Nisan’ın kabulü anlamına gelir.
Bayram Meral: Önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Böyle bir dönemde her arkadaşımın bu kuruluşa karşı tedbirli olması gerekli. Kişisel düşünceler toplumun önüne çıkarılmamalı. Bakanlarla hiçbir pazarlığa girişilmedi. Kurumlara göre ayrı düzenleme yapılmasının kabulü gibi bir şey yok. Yazılı müracaatımıza rağmen enflasyon farkı uygulanmadı. Emeklilik yasasında yapılmak istenilen değişiklik, enflasyon farkından daha da ağır bir olaydır. Bunu da tabanımızda, teşkilatlarımızda oluşturmamız gerekli. Eğer bu yasa çıkarsa, çalışanların emekliliği büyük oranda zorlaşacağı gibi, muvakkatlerin emekli olması imkânsız olacak. SSK’nın çıkmaz içinde olduğu ileri sürülüyor, ama yine de Hükümet SSK kaynaklarını kötüye kullanıyor. Emekliler hepimizin kapısını çalıyor. Destek istiyorlar. Emekli maaşları 3 milyon lira dolaylarında. Emekliler Türk-İş’ten medet umuyor. Halkımızın büyük bir bölümü Türk-İş’ten destek beklemektedir sorunlarının çözümünde. Petrol İş Genel Başkanı, 15 veya 18 Temmuz günü işyerlerinde bildiriler okunsun, 20 Temmuz’da yapılacak eylem tespit edilsin, dendi. Başka öneriler var mı? Şube başkanı arkadaşlarımız bizden bilgi bekliyor. Başbakanla görüştükten sonra bir daha toplanmakta yarar var. Başbakan’la görüştükten sonra sorunu bir kez daha ele alalım. Sizin onayınıza bağlı.
Mustafa Başoğlu (Sağlık-İş Gn.Bşk.): Türk-İş Yönetim Kurulu olarak sizin sorumluluğunuz bizden daha fazladır. Daha serinkanlı olun. Her Başkanlar Kurulu toplantısında birkaç arkadaşımız hedef seçilmemeli. Bakanlarla ne konuştuğunuzu tam anlayabilmiş değilim. Son teklifleri, enflasyon farkını verelim, iki 15 günlük ikramiye vermeyelim, demişler. Görüşmeleri ayrıntılı bilmezsek, doğru değerlendirme yapamayız. Bazı konularda tam bilgilendirilmiyor muyuz? Hepimiz Türk-İş’in birliğini bütünlüğünü koruma açısından aynı sorumluluğa sahibiz. Bursa mitinginde 20 Temmuz’da hayatı durduracağız dediniz. Halbuki genel eylem gündeme gelecekti. Hangi tarihte genel eylem uygulanacağı açık değildi. Altyapısı iyi hazırlanmamış bir eylemi uygulamaya koymanın Konfederasyonun tüzel kişiliğine gölge düşüreceği inancındayım. Bir taraftan insanlar patır patır işlerini kaybeder ve işten atılma korkusuyla yaşarken, devlet karşımıza çıkacaksa, yapacağımız eylem, korkarım ki, çok başarılı olmayabilir. 3 Ocak’ta belediyeler muhalefetin elindeydi. Bazı belediye başkanlarının işçileri eyleme zorladığını biliyoruz. Örneğin, İstanbul’da bir eylem kararı olsa, işçiler bölünür. Bütün Türkiye’de eyleme hazır mıyız? Biz üzerimize düşeni yaparız. Her şeyi açık açık konuşmalıyız. Yürüyün, der de, arkamızda kimse bulamazsak, sorun olur. Bir şey yapalım, ama mahcup duruma da düşmeyelim. Başbakan bize ne diyecek, bilmiyoruz. Kamuoyu hala bizim ne istediğimizi bilmiyor. Millet bizim yeni zam istediğimizi zannediyor. Bizim sözleşmeleri değiştirmek yetkimiz yok. Zamları aşağı düşürmek yetkimiz yok. Tam anlatamadık. Hükümet belirli talepleri belirli bir dönem içinde yerine getirmezse, Hükümete karşı açık tavır almalıyız. Önce Başbakanı dinleyip, sonra karar vermeliyiz. Enflasyon farkı verilse de tavrımız devam edecek mi? Türkiye bu hükümetle sorunlarını çözemez. Ne yaparsak yapalım, çözemez. Bu, hükümetin kendi durumu. Türkiye’nin çözüm bulmayan sorunları, Hükümetin çözememesinden kaynaklanıyor. Hedefimizi düzgün belirlemeliyiz. Geçmişte ANAP anlayışıyla Türkiye’nin sorunlarını çözemeyeceğini kabul ettik, adımlarımızı ona göre belirledik. Sorunların çözümü konusunda bu hükümetten ümidimizi kesmişsek, ona göre, soruna kadar bu demokratik mücadele devam eder. Enflasyon farkı ve ikramiye gibi konular ele alınır. Türkiye bu hükümetle sorunlarını çözemez. Tavrımızı bu platformda tartışmalıyız.
Mustafa Solmaz (Belediye-İş Gn.Bşk.Vekili): Bayram Meral, Başkanlar Kurulu açış konuşmasında, hükümetten umudunu kestiğini ifade etmişti. Başbakanın sözlerine güvenirsek, inandırıcılığımızı yitiririz, işçiyi eyleme çıkaramayız. Hükümetle çözüm yolları tıkandığına göre… Genel grevde amaç siyasi iktidarı devirmektir. Türkiye toplumu buna hazır değildir. Şube başkanları toplanıyor. Eğer hala Başbakanla görüşeceğiz dersek, kimse bize inanmaz. Bizim enflasyon farkı sorunumuz yok. Ama 15 ay maaş alamayan, 10 ikramiye alamayan üyelerimiz var. 20 Temmuz’da mutlaka bir şey yapmalıyız. Yoksa bizle alay edecekler, bizi dinlemeyecekler. 28 Haziran’a kadar bize yanaşmayan bugün bize yanaşıyorsa, aldığımız kararlar nedeniyledir. Genel grev mi, genel eylem mi, onu tartışmalıyız. Genel grevde maksat mevcut siyasi iktidarı devirmektir. Buna hazırsak, adını böyle koyalım. Buna hazır değilsek, 3 Ocak türü bir eylem yapılabilir. Aşağıda bunu tartışmaya açsak, çözüm bulamayız.
Şevket Yılmaz (Teksif Gn.Bşk.): Fazla lafa gerek yok. 856 tane şube başkanı geldi. Onların huzuruna gideceğiz. Onlara söyleyeceğimiz ne: Bütün teşkilat başkanları, şube başkanlarıyla birlikte gidecek. Başbakan bizi kabul edecek mi, onu bilmiyorum. Başkanlar Kurulu başbakanla görüştükten sonra burada toplanmalı. Genel grev mi, genel eylem mi, burada konuşalım. Daha sonra şube başkanları burada toplanacak mı, onu kararlaştıralım. Eleştiriye gerek yok. Eleştiri bizi ileriye götürmez. Şube başkanlarını güzel ağırlayalım. Başbakandan sonra buraya dönüp, işi kararlaştıralım.
Mithat Sarı (Selüloz-İş Gn.Bşk.): Bir kez daha Başbakanlığa yürüyeceğiz. 20 Temmuz’da işyerlerinde direniş. Eğer bu da etkili olmazsa, daha sonraki bir tarihte süresiz direniş kararı vermeliyiz. Yoksa kamuoyu önünde büyük zarar göreceğiz.
Hasan Biber (Liman-İş Gn.Bşk.): Eylemin türünün belirlenmesine ilişkin önerilere katılıyorum. Net bir bilgi olmalı. 20 Temmuz’daki eylemin biçimi: İşyerine gelip çalışmamak, işyerine gelip toplantılar yapmak, kademeli eylem biçimleri, bir tarih belirlenerek süresiz iş bırakımı gibi seçenekler. Aşağıda muhakkak bu toplantının kararı belirlenmeli. Yoksa insanlar bizi yanlış anlayacaktır.
Bayram Meral: Her şeyi açık konuşalım. Konuşmalarımızdan kimse rahatsız olmasın. Birlik ve beraberlik davranışlarımıza da yansımalı. Hiçbir Yönetim Kurulu üyesi hükümetle pazarlık yapmadı. Kuruluşlara göre ayrı düzenlemeyi kimse gündeme getirmedi. Olayları geniş değerlendirelim. Başbakana gittik. Basın orada. Başbakan dedi ki, Türk-İş’in getirdiği doğrudur, enflasyon farkını uygulamıyorum demedi, uygulayacağım dedi. Çeşitli sorunlar çözeceğim dedi, vaadlerde bulundu, kamuoyunu tatmin edici bir tavır koydu. Ne yapacağız. Başoğlu, kamuoyunun bizi anlamadığını ileri sürdü. İsteklerimizi tekrar tekrar anlatıyoruz. Sırf parasal konuya bağlarsak, toplumdan koparız diye konuştuk Başkanlar Kurulu’nda. Esnafın, memurun, emeklinin sorunlarını dile getirdik. Basın eğer bunların bir bölümünü ters yazdıysa, ne yapayım. Hanginiz gelip bunu düzeltebilirsiniz. Türk-İş’in dostu veya düşmanı basın vardır. Ama hiç yapmadığımız bir işle suçlanmak büyük haksızlıktır. İşçiye rağmen, size rağmen, onların hakkını ve hukukunu ayaklar altına alacaksınız, böyle bir şey olur mu, bunu yapan bir adam haysiyetini ve onurunu kapının önüne bırakmış demektir. Ağır itham yapılıyor. Bu hoş değil. İşverenlerin bir bölümü şunu söylüyor: Keşke iki üç gün eylem yapsalar, yevmiyeleri delsek, bütçeye para kalsa. Devlet sorumluluğunu kenara bırakmış. Üç kuruş kazancını düşünen bir mantığa sahip olmuş. Şu andaki düşünce bu. Devletin mantığı farklı. Bütün bunlara rağmen, etkimizi gösterecek ne yapacağız, bunu kararlaştırmalıyız. Memurlar bizi ziyaret etti. Türk-İş’ten medet umuyorlar. Bize sordukları soru şuydu: Hükümet enflasyon farkını verirse ve işçi eylem yapmazsa, bizim durumumuz ne olur. Ben onlara şunu sordum: Ayın 14’ünde hükümet çıkar enflasyon farkını memurlara veriyoruz derse, siz ne yaparsınız, dedi. Yapamayız dediler. Bu kaygılarını size anlatacağımı söyledim. Hükümet Türk-İş’in gücünü bildiği için bizi ziyaret ediyor. Bakanın amacı eylem yaptırmamaktır. Cevheri, bu eylem nerden çıktı, Türk-İş eylem yapmazdı, şube başkanlarınız orda dursun, siz yönetim kurulu olarak buraya gelin görüşelim, dedi. Biz de topluca geleceğimizi, Başkanlar kurulu olarak görüşmek istediğimizi söyledik. Bakanın beyanının hesabını bize sormayın. Basında birbirimizi küçük düşürmemeliyiz. Şimdi ne yapılacak? Yapılacak işi birlikte yapacak mıyız? 3 Ocak’ta bazı sendikalarımız eyleme katılmadı. Eyleme geçmişte katılanlar bugün bize 3 Ocak’a katılmayanların durumunu soruyor. Özel sektör katılacak mı, onu kararlaştıralım. Sorun yalnızca enflasyon farkı değildir. Diyelim ki, enflasyon farkını uyguladı, sonra da, param yok ödeyemiyorum, dedi. Ne olacak. İkramiyelerimiz duruyor. Ödemiyor. Mevsimlik işçi var çok sayıda. Müdürler demiş ki, enflasyon farkını almayın, belki çalışma sürenizi uzatırlar. Mevsimlik işçilerin bir bölümü müdürlerine olumlu yanıt vermiş. Hep birlikte bir şeyler yapacağız. Yüzde 100 katılım diye bir şey yok. Bazı işkollarında katılım çok zordur. Yarın bu tartışmalar olacaktır. Birbirimizi rencide edici olaylar yaşadık. Dağ başındaki şantiyemi bilemem, ama Belediye İş’in kararlı tavrı son derece önemlidir. En iyisini yapmak hepimizin arzusu. Bu hükümet çok ince ve hassas hareketlerle bizim gücümüzü kırmaya çalışıyor, T.-İş’i yıpratmaya, küçültmeye çalışıyor. Birlikte yaşıyoruz. Sorunların çözümünde Hükümet bizimle oturacak. Sorunları çözmek diyemeyiz. Eğer başbakan enflasyon farkını uyguladım derse, bir bölüm işçiyi harekete geçiremezsiniz. Dileğim, Başbakanın bu tavrında ısrar etmesi.
Atilay Ayçin (Hava-İş Gn.Bşk.): Hepimizin amacı, Türk-İş’i daha iyi bir noktaya götürmek. Sizler hükümete bunları söylemediniz. Türk-İş’i kamuoyunda karalamaya çalışan basın var. Basını istediğimiz gibi kullanamıyoruz. Bu da bizim durgunluğumuzdan kaynaklanıyor. Hükümet ve işveren cephesinin attığı her adım basın aracılığıyla bir mesaj olarak yansıyor. Bizim durgunluğumuz, birilerinin bizim hakkımızda fikir üretmesine neden oluyor. Hiçbir gazeteci somut olayı çarpıtamaz, Gebze direnişinde gördüm. Siz söylediniz, demiyoruz. Çeşitli kaygılar ve sorularla karşılaşıyoruz işyerlerinde. Bunun ortadan kaldırılabilmesi, 20 Temmuz eyleminin altının doldurulmasına bağlı. 20 Temmuz eyleminin başarıya ulaşması, her teşkilatın kendi işkolundaki çalışmasına bağlı olduğu kadar, Türk-İş’in vereceği mesaj çok önemli. Medya aracılığıyla bu tavrı oluşturmak gerekiyor. Geçmişin olumsuzluklarını bir anda aşıp, herkesi aktif bir tavrın içine çekmemiz gerekiyor. Kurultaylar, işyerlerini bir araya toplayıp onlara canlı mesajlar vermek gerekiyor. Bunlar olmazsa, sorun çıkar. Şubeler platformlarına yönelik önyargılardan arınmalıdır. Bölge temsilcilikleri daha aktif hale getirilmelidir. Uzmanlar bölgelere çıkıp politika üretmelidir. Eski yapımızı değiştirmeliyiz. Alınan kararların altını doldurmazsak, başarı şansımız yok. Derdimiz Başbakandan cevap almak olmamalı. 20 Temmuz’u önümüze eylem olarak koymuşuz. Başbakana taleplerimizi veririz. İnsanlar eyleme hazır, mesajını verip, dönmeliyiz. Siyah çelenginiz hazır mı? Başbakanlığı protesto etmek için ziyaret ediyoruz. Sadece bir talepler paketi vermek olarak ele alınmamalı. Herkesin kendi işkolunda büyük sıkıntıları var. Gidiş amacımız protesto olmalıdır. Bugüne kadar yaptıkları ve politikaları nedeniyle. Bu anlamda, bildiri okunmalı. Bunun da çok yararlı olacağı inancında değilim. İşyerlerinde baskılar şimdiden geliştirilmeye başlandı. Alınan kararların içini ve altını doldurmak zorundayız. Halkın sorunlarını dile getiriyoruz. Bu insanların örgütlülükleriyle ön görüşmeler yapıldı mı? 20 Temmuz ilk eylemdir, devamı gelecektir mesajı verilmeli Başbakana. Daha sonra oturup, atılacak adımın altını dolduralım.
Nazım Tur (Dok Gemi-İş Gn.Bşk.): 20 Temmuz eylemini var gücümüzle destekleyeceğiz. Ülkede yalnız yaşamıyoruz. Diğer toplum kesimleri var. Ülkemiz yabancılara ipotek edilmiş. Mesele yalnızca ücret zammı değildir. Başbakan önümüze bir sürü rakam koyacak. Fedakârlık isteyecek. Bugüne kadar yaptığı yanlışlarına sizi ortak etmeye çalışacak. Bu hükümetle bu sorunlar çözülmez. Hükümet ipin ucunu IMF’ye, Amerika’ya teslim etmiş. İp, Amerika’nın elinde oluğuna göre, bu problemlerin üstesinden gelmek mümkün değil. Yalnızca işçiler olarak yapacağımız bir eylemle, hükümet değişmez.
Bayram Meral: Bizim karşımızda hükümet eşittir sermaye var. Son zamanlarda basın ve televizyonlarda yer aldık. Ya işyerine gitmeyeceğiz ya işyerine gidip çalışmayacağız.
Ali Ekber Güvenç (Basın-İş Gn.Bşk.): Patronun gözünün önünde işçinin çalışmadan durması çok zor. Geçmişte bu konuyu tartıştık. Patronun baskısına direnecek işçi hangi sendikanın üyesi. Bu durumda direnen işçilerin direniş sonrasında başına gelecekler biliniyor. İşe sabahtan gelmemek en uygun eylemdir. İşbaşında iş durdurma çok daha zor. 20 Temmuz günü tam gün işe gelmemek. 3 Ocak’ta olduğu gibi. Önerim bu. Bir an önce karar verelim.
Mustafa Başoğlu: Açmazla karşı karşıyayız. Başbakan her şeyi veriyorum derse, ne olacak. Mutlaka eylem yapacağız diye başarısız bir eylem yapmayalım.
Adnan Özcan: Başbakan dışında kimseyle görüşmeyelim. Ana meseleyi de enflasyon farkı yapmayalım.
Yener Kaya (Deri-İş Gn.Bşk.): İsteklerimizi 14 yıldır tekrarlıyoruz. Yeni değil bu talepler. Demokrasi istiyoruz. Meclisin raflarında duruyor. Hükümetin son hareketi sözleşme düzenini yıkan, hukuk devletini zedeleyen bir harekettir. Eylemimizi yapmamız gerekiyor.
İbrahim Eren (Kristal-İş Gn.Bşk.): 28 Haziran konuşmasında her şeyi tartıştık. Ne yapacağımızı belirledik. Bugünkü toplantının ve yürüyüşün amacı, 20 Temmuz eyleminin altyapısını oluşturmaktı. Amaç, başbakanı protesto etmekti. Başbakan bizimle görüşmesin, hiç önemli değil. 14 yıldır görüşmüşüz. Başbakanla çay içmeye gitmemizin nedeni kamuoyu oluşturmak. Görüşsek de olur, görüşmesek de. Hatta ikinci bir toplantıya bile gerek yok. Kararlarımızı almışız. Yeniden görüşmek bile yanlış. Basın yanlış değerlendirecek. Türk-İş acaba Başbakandan bir taviz aldı mı da yan çiziyor, denecek. İşe gitmemek biçiminde genel eylemimizi 20 Temmuz’da yaparız. Sorunlarımız çözülmediği sürece bu eylemlerimizin devam edeceğini kamuoyuna açıklarız.
Şemsi Denizer (Türk-İş Genel Sekreteri, Genel Maden-İş Gn.Bşk.): Mahkeme 3 Ocak kararını baskıyla bozdu. İbrahim Bey’in söylediği doğru. Çözüm bekleyen ve 1980’den beri uygulananlar ortada. İktidara tanınan süre doldu. 12 Temmuz ve 20 Temmuz son ihtarlardır. Adı, genel grev değildir. İhtar eylemidir. İktidara yönelik bir hareket koyuyorsak, bu genel grevdir. Bunu yapmıyoruz. Başbakanlığa bu mesajı vererek gidelim. 20 Temmuz’da çözüm bulunmazsa, yeniden toplanır, yeni adımlar belirler. İhtar eylemi bu. Sorunlar kısa sürede çözülmezse, sürekli eylemler gündeme gelecek.
Metin Tiryakioğlu (Basisen Gn.Bşk.): 3 Ocak’ta işe gitmeme denendi. Katılım oranı beklenen düzeyde olmayabilir. Kamuda işyerleri zaten çalışmıyor. Kapasite kullanımı yüzde 20. İşbaşında iş durdurmak daha kolay. Vatandaş kavga istemiyor.
Şevket Yılmaz: 850 şube başkanı aşağıda. Bu adamlara verilecek dersin esası budur. Birlik içinde gidelim. Bu eylem değil midir? Bu arkadaşların gelişi bir eylemdir. Bu bildiriyi bütün yemekhanelerde okuyalım. Eylemin niteliğini tartışmak için değil, eylem için geldiniz, diyelim. 18 Temmuz’dan sonra Başkanlar Kurulu size eylemin biçimini bildirecektir. Burada tartışma için çağırmadık bu şube başkanlarını. Eylem için çağırdık. Uyarı için geldiler, karar için değil.
Bu arada, Türk-İş tarafından hazırlanan NİÇİN YÜRÜYORUZ başlıklı bir bildiri kamuoyuna açıklandı. Bildirinin tam metni aşağıda sunulmaktadır:
12 Temmuz 1994
NİÇİN YÜRÜYORUZ?
* HALKIMIZA İŞ VAAD EDİLDİ.
** İŞVERENLERİN ONBİNLERCE İŞÇİYİ İŞTEN ÇIKARMASIYLA, ÖZELLEŞTİRMEYLE, İŞYERİ KAPATMALARIYLA, MECBURİ İZİNLERLE, SİYASİ AMAÇLI İŞTEN ÇIKARMALARLA, İÇ GÖÇLE, TARIMDA İZLENEN POLİTİKALARLA İŞSİZLİK ARTTI, DAHA DA ARTIYOR. MEVSİMLİK VE GEÇİCİ İŞÇİLER İŞTEN ÇIKARILIYOR. YABANCI İŞÇİLERİN ÜLKEMİZDE KAÇAK OLARAK ÇALIŞMASI KENDİ VATANDAŞLARIMIZI AÇLIĞA MAHKUM EDİYOR. VATANINA CANINI VERMEYE HAZIR İNSANLARIMIZA DEVLET SAHİP ÇIKMIYOR. HÜKÜMET, VATANDAŞA İŞ İMKANI YARATMAK ZORUNDAYKEN, ÖZELLEŞTİRME VE İŞYERİ KAPATMALARIYLA İŞSİZLİĞİ DAHA DA ARTIRIYOR.
* HALKIMIZA DEMOKRASİ VAAD EDİLDİ.
** 12 EYLÜL ASKERİ DÖNEMİNİN ANTİ-DEMOKRATİK ANAYASASI, YASALARI VE DİĞER MEVZUATI AYNEN DURUYOR. ÖZEL DEDEKTİFLİK YASASI, İL İDARESİ YASASI DEĞİŞİKLİĞİ TASARISI, TERÖRLE MÜCADELE
YASASI DEĞİŞİKLİK TASARISI VE DİĞER HAZIRLIKLARLA, DAHA DA ANTİ-DEMOKRATİK BAZI DÜZENLEMELER GETİRİLMEK İSTENDİ VE İSTENİYOR.
* HALKIMIZA UCUZLUK VAAD EDİLDİ.
** YILLIK ENFLASYON YÜZDE 120’LERE ULAŞTI. HALKIMIZ PAHALILIKTAN İNLİYOR.
* EMEKLİNİN SORUNLARININ ÇÖZÜLECEĞİ VAAD EDİLDİ.
** EMEKLİLERİN HİÇBİR SORUNU ÇÖZÜLMEDİĞİ GİBİ, EMEKLİ AYLIKLARININ ÖDENMESİNDE BÜYÜK AKSAKLIKLAR OLDU.
* SENDİKAL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN TANINACAĞI VAAD EDİLDİ.
** 12 EYLÜL DÖNEMİNİN ANTİ-DEMOKRATİK YASAK VE KISITLAMALARI DURUYOR. YASAKLARININ KALKMASINI SAĞLADIĞIMIZ POLİTİKACILAR, BİZİM YASAKLARIMIZI SÜRDÜRÜYOR. TAŞERONLUĞUN, KAÇAK İŞÇİLİĞİN VE BENZERİ UYGULAMALARIN YAYGINLAŞMASIYLA, İŞÇİLERİN YASALARDAKİ HAKLARI BİLE GASPEDİLİYOR. İÇ MEVZUATIMIZDA, ONAYLANAN ILO SÖZLEŞMELERİNİN GEREKTİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER YAPILMIYOR.
* VURGUNCULUĞUN, YAĞMACILIĞIN, HIRSIZLIĞIN, RÜŞVETİN ÖNLENECEĞİ VAAD EDİLDİ.
** HALKIMIZIN ALINTERİNİN ÜRÜNÜ KAMU KURULUŞLARI ÖZELLEŞTİRMEYLE BİR AVUÇ VURGUNCUYA PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR; HÜKÜMET, KORSAN BANKALARI KENDİ GÜVENCESİ ALTINA ALIYOR; KAMU BANKALARININ TRİLYONLARCA LİRASI BATIK KREDİ OLARAK BÜYÜK PATRONLARA AKTARILIYOR.
* MEMURLARA ILO STANDARTLARINA UYGUN SENDİKAL HAKLAR VAAD EDİLDİ.
** MEMURLARA GREVLİ TOPLU PAZARLIK VE SİYASİ FAALİYETTE BULUNMA HAKLARI HALA TANINMADI.
* SSK’NIN SORUNLARINA ÇÖZÜM BULUNACAĞI VAAD EDİLDİ.
** SSK BATIRILIYOR. SSK’NIN PRİM ALACAKLARININ FAİZİ AFFEDİLDİ VE TAKSİDE BAĞLANDI. SSK HİZMETLERİ KASITLI OLARAK AKSATILARAK, SAĞLIK HİZMETLERİNDE PARASI OLANIN TEDAVİ GÖRECEĞİ BİR DÜZENE GEÇİLMEK İSTENİYOR.
* HALKIMIZIN SORUNLARINA ÇARE BULUNACAĞI VAAD EDİLDİ.
** HÜKÜMET, 5 NİSAN İSTİKRAR PROGRAMI İLE, ULUSLARARASI VE YERLİ TEKELCİ SERMAYENİN PROGRAMINI UYGULUYOR.
* HALKIMIZIN SIRTINDAKİ VERGİ YÜKÜNÜN AZALTILACAĞI VAAD EDİLDİ. ASGARİ ÜCRETTEN VERGİ ALINMAMASI GEREKTİĞİ SÖYLENDİ.
** KATMA DEĞER VERGİSİ ORANI ARTIRILARAK HALKIMIZIN SIRTINDAKİ VERGİ YÜKÜ ARTIRILDI. ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ GELİYOR. AYLIK VERGİ İADESİ UYGULAMASI KALDIRILDI.
* İŞÇİNİN, MEMURUN, DAR GELİRLİNİN HAKLARI KORUNACAK, SOSYAL HUKUK DEVLETİ HAYATA GEÇİRİLECEK, DENDİ.
** HALK EZİLİYOR. ENFLASYONUN YÜZDE 120’LERE ULAŞTIĞI BİR DÖNEMDE MEMURLARA YILLIK YÜZDE 54 ZAMMIN VERİLMESİ BİLE TARTIŞMA KONUSU YAPILIYOR. BAŞBAKANIN İMZALADIĞI TOPLU SÖZLEŞMEYE GÖRE VERİLMESİ GEREKEN ÜCRET ZAMLARI GASPEDİLMEK İSTENİYOR. TOPLU SÖZLEŞMELER DELİNMEK İSTENİYOR.
** HALKIMIZIN ÇIKARLARI DEĞİL, ULUSLARARASI VE YERLİ TEKELCİ SERMAYENİN ÇIKARLARI KORUNUYOR. TÜM ÜCRETLİ ÇALIŞANLARIN TEMSİLCİSİ Türk-İş’İN VE DİĞER DEMOKRATİK KURULUŞLARIN SÖZÜNE DEĞİL, IMF’NİN VE DÜNYA BANKASI’NIN SÖZÜNE DEĞER VERİLİYOR. TOPLU SÖZLEŞMELERDEN KAYNAKLANAN BORCUNU ÖDEMEYEN HÜKÜMET, DEVLETE DUYULAN GÜVENİ SARSIYOR. İŞÇİLERİN ÜCRET VE İKRAMİYE ALACAKLARI ÖDENMİYOR. HUKUK DEVLETİNİ, DEVLETE GÜVENİ VE TOPLU PAZARLIK DÜZENİNİ TAHRİP EDECEK VE EN TEMEL SENDİKAL HAKLARI YOK EDECEK ADIMLAR KARŞISINDA BUGÜN SUSARSAK VE SESSİZ KALIRSAK, YARIN HİÇBİRŞEY YAPAMAYIZ.
ÜLKEMİZ İÇİN, HALKIMIZ İÇİN, TÜM ÇALIŞANLAR İÇİN, İŞÇİ SINIFIMIZ İÇİN,
SENDİKALARIMIZ İÇİN
YÜRÜYORUZ, YÜRÜYECEĞİZ.
Türk-İş Dergisi Ekidir
28 Haziran 1994 günlü Başkanlar Kurulu toplantısında alınan karar uyarınca, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel merkez yöneticileri ile tüm ülkedeki şube başkanları 12 Temmuz 1994 günü Ankara’da Türk-İş Genel Merkezi önünde toplandılar.
Türk-İş Genel Başkanı, Başbakanlık’a yürüyüş öncesinde aşağıdaki konuşmayı yaptı:
Varlığını, gücünü, kuvvetini bir kez daha gösteren değerli arkadaşlarım, başkanlarım, hoş geldiniz.
Başkanlar Kurulumuzun almış olduğu bir karar gereği bugün burada toplandık; biraz sonra birlik, bütünlük içerisinde Başbakanlığa yürüyeceğiz.
Espri olarak, ‘Başbakan’a çay içmeye gideceğiz’ demiştik ama, gerçek yönleri şunlardır:
Üç yıla yakın, bugünkü iki siyasi partiden oluşan iktidar işbaşındadır. Meydanlarda, bu salonlarda, her vesile ile 12 Eylül yasalarıyla ülke yönetmenin demokrasi ayıbı olduğunu söylüyorlardı. Adil vergi yasası çıkaracaklarını söylüyorlardı. İşsizliği aza indireceklerini söylüyorlardı. Enflasyonu tek rakama indireceklerini söylüyorlardı. Emeklinin yüzünü güldüreceklerini söylüyorlardı. Esnafın, dar gelirlinin yanında olacaklarını söylüyorlardı. İşte biz, bugün Başbakanlığa gittiğimizde, ‘bunların hangisini yerine getirdin?’ diye soracağız.
Bunları söyleyen siyasi partiler ne yaptılar?
Kısaca bilgi vermek istiyorum, değerli arkadaşlarım.
12 Eylül hukukunu ortadan kaldırma yerine, Anti-Terör Yasasını daha da arttırarak, bugün burada toplantı yapmamız, asgari ücretin yetmediğinden şikâyet etmek gibi her şey o yasanın kapsamı içine alınmak istendi, ağırlaştırıldı.
Bu da yetmedi. İller İdaresi Yasasında değişiklik telifi yapılarak, her ilde bir sıkıyönetim komutanı yaratır gibi valilere geniş kapsamlı yetkiler verilmek istendi. Kendilerine sorduk: ‘Ne yapıyorsunuz siz? Türkiye Cumhuriyeti’nde yıllardır Başbakanlık yapmış, bugün de Köşkte oturan bir zat, vali tarafından Antalya’ya sokulmadı. Elbette valilerin birtakım yetkileri olmasını isteriz, ama, böyle yetkiler verirseniz, bugün bize toplantı yaptırmazlarsa, sorunlarımızı dile getirmemize müdahale ederlerse, yarın bu yasalar size uygulanır’ dedik. Şu anda bekliyor.
Hükümetin yaptığı bu da yetmedi, değerli arkadaşlarım. Özel Dedektif Yasasını sessiz sedasız Meclis’ten geçirdiler. Bunun anlamı şudur: Bir işyerinde işverenin aleyhine mi, hükümetin aleyhine mi konuştun, bir tutanak, ihbarsız tazminatsız kapının dışındasın. Bu yasayı Köşk’te geri çevirttik.
Bu da yetmedi. Emeklilik yasa tasarısı hazırladılar. Görüşlerimizi bildirmemize rağmen, tek bir virgül değiştirmeden Bakanlar Kurulu’na sundular. Bu yasa çıkarsa, hepimizin en önemli sorunudur o, ancak işyerinden tabutla kabristana gideriz.
Mevsimlik çalışanların emekli olabilmeleri ortadan kalkıyor.
İşte işçiye, çalışanlara çeşitli vaadlerde bulunan Hükümet bunu da getirdi, ancak tepkimiz sonucu tekrar geri çekti.
Bu da yetmedi, değerli arkadaşlarım. 5 Nisan istikrar paketi ile sat-kapat, işçiyi kapı dışarı bırak. Yani özelleştirme, taşeronlaştırma ve arkasından sendikasızlaştırma.
Kaçak işçi, çift bordro uygulamasına imkân verildi, arkadaşlarım.
Özelleştirme adı altında, dedemizin, babamızın birikimi, alınterimizin eseri birçok müessese, yok pahasına belli kesimlere peşkeş çekilmeye hazırlanıyor.
İşte biz, bunlar ve benzeri konular için bugün Başbakan’a gidiyoruz.
Enflasyon farkı ile hiçbir sorunumuz yok. Sayın Başbakan, Sayın Başbakan Yardımcısı, Sayın Bakanlar bu sözleşmelerin altına imza atmıştır. Eğer bugün tahville üç aylık faiz net yüzde 50, yıllık yüzde 406 faiz veriliyorsa, ‘bu fazla olmuştur, bunu aşağıya çekeceğim’ diyebiliyorsa, bizimle de oturur enflasyonu tartışır. Bunu diyen bir Hükümetin de halkın nezdinde itibarı sarsılır, maazallah, halkın Hükümet’e güveni daha çok azalır ve sıkıntılar farklı boyutlara gider.
Bizler, yani sizler, kendi sorunumuz için eylem yapmıyorsunuz.
Kendi sorununuz için Hükümeti, Başbakan’ı uyarmıyorsunuz.
Başta ülkenin sorunları için, halkımızın sorunları için, emeklinin sorunu için, dul’un sorunu için, esnafın sorunu için Hükümet’i uyarıyoruz, ezilen bu kitlelerin sorunlarına çözüm aramasını, meydanlarda verdiği sözü yerine getirmesini istiyoruz. İşte bugün onun için burada toplandık.
Buradan şimdi birlikte çıkacağız. Tahrik edenler olacaktır. Aramıza sızanlar belki olacaktır. Bütünlüğümüzü bozmaya çalışanlar olacaktır; sakın bunlara fırsat vermeyesiniz.
Şimdi Başbakan’da gideceğiz. Başkanlar Kurulumuzla bir öneri paketi daha hazırladık, kendisine takdim edeceğiz, düşüncelerini alacağız.
Belki Başbakan ‘şunu vereceğim, bunu vereceğim’ der. 12 Eylül hukuku ortadan kalkmadığı sürece, demokratikleşme gerçekleşmediği sürece hangi vaadde bulunursa bulunsun, belli bir süre sonra o vaat karaya oturur.
Onun için artık söze, güler yüze değil, icraata ihtiyacımız var. Verdiği sözlerin yerine getirilmesine ihtiyacımız var. İşte onun için gidiyoruz oraya.
Ülkenin dört bir tarafından geldiniz.
Desteğinize teşekkür ediyorum.
Şunu çok iyi biliniz ki, sizin gücünüzü sizin hizmetinizde kullanacağız.
Bize inanın, bize güvenin. Biz, sonuna kadar size güveniyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bunca insan sokağa bırakılıyor. Şunu bir kez daha burada açıklamak istiyorum; polisinden istiyorum, askerinden istiyorum; bizim ürerimize gelmesinler. Biz işyerlerinde çalışmak istiyoruz. Çocuklarımızın rızkı için mücadele ediyoruz. Bizin çocuklarımızın rızkıyla oynayanlara gitsin, o’nun yakasını tutsun polis, asker.
Değerli arkadaşlarım, Başbakanlığın önünde, toplantıdan sonra birliğiniz ve bütünlüğünüz ile bu yüce kuruluşun hükmi şahsiyetini düşünerek dağılacağız. Ondan sonra Başkanlar Kurulu olarak biz bir daha buraya gelmek zorundayız. Sizin isteğiniz, sizin aldığınız kararlar aynın uygulanacaktır.
Allah utandırmasın. Hepinize saygılar sunuyorum.
Türk-İş ve bağlı sendikaların yöneticilerinin, 7 yıl önce, 1987 yılında Parlamento’ya yürüme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun aldığı karar uyarınca, 24 Mart 1987 günü Türk-İş’e bağlı Sendikaların profesyonel yöneticileri Ankara’da Türk-İş Genel Merkezi’nde bir toplantı yaptılar ve Parlamento’ya bir dilekçe vermeyi kararlaştırdılar. Ancak eylem büyük bir başarısızlıkla, fiyaskoyla sonuçlandı. Türk-İş’in önüne çıkan sendikacıların yürüyüşleri güvenlik güçlerince kolayca engellendi. Sendikacılar yürüme cesaret ve kararlılığını gösteremedi. Bazı şube yöneticileri engelleme karşısında oturarak açlık grevine başlanmasını önerdi; ancak bu öneri Türk-İş yönetimi tarafından kabul edilmedi. Yürüyüş girişiminin ardından Türk-İş Genel Merkezi’ne gece polis tarafından baskın yapıldı ve Türk-İş’in karar defterlerine el kondu. Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı da Türk-İş hakkında soruşturma açtı. Soruşturma sonucunda bir suç bulunmadığında, 6.4.1987 tarihinde takipsizlik kararı verildi ve Türk-İş hakkında dava açılmadı.
Türk-İş’in ve bağlı sendikaların yöneticilerinin 12 Temmuz 1994 tarihli yürüyüş girişimi, bazı engellerle karşılaşsa da, gerçekleştirilebildi.
Sendika Genel Merkez ve Şube Yönetimlerinin katıldığı yürüyüş başladı. Yaklaşık 1000 sendikacının katıldığı yürüyüşe Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu’na bağlı sendikalar da destek verdi. Başbakanlığa yürüyüş sırasında “Geliyor geliyor genel grev geliyor”, “suskun toplum istemiyoruz”, “20 Temmuz başlangıç, mücadele sürecek”, “işçi-memur el ele, genel greve”, “işçiyiz, haklıyız”, “hükümet hükümet duy sesimizi, bu gelen işçinin ayak sesleri”, “zam zulüm işkence, işte acı reçete”, “işçi burada, Başbakan nerede”, “işçi kıyımına son” sloganları atıldı.
Güvenlik güçleri Başbakanlık’a yakın bir yerde yürüyüşün önünü kesti. Genel Başkan Bayram Meral’in ve diğer yöneticilerin yaptıkları görüşmeler sonucunda, polis kordonu geriye doğru alındı.
Ancak Başbakan Tansu Çiller’in Başbakanlık binasında bulunmaması nedeniyle, kendisiyle görüşmek mümkün olmadı. Bu sürede, “Hükümet istifa”, “uzlaşma yok, genel grev var” sloganları atıldı.
Devlet Bakanı Necmettin Cevheri, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral’in yanına gelerek, Başbakan Tansu Çiller’in kendileriyle Başbakanlık Konutu’nda görüşeceğini söyledi. Cevheri şöyle konuştu: “Bunları tartışacağız, verebileceğimiz kadarını vereceğiz. Biz kendi malımızı değil, halkın malını veriyoruz.” Türk-İş’in eski genel başkanı ve Teksif Genel Başkanı Şevket Yılmaz ve bir grup sendikacı, Başbakan ile ancak makamında görüşülebileceğini belirterek, yürüyüşten ayrıldı.
Yürüyüşün sona ermesinin ardından Türk-İş Başkanlar Kurulu yeniden toplandı. Bu arada, Başbakan Tansu Çiller’in Türk-İş Başkanlar Kurulu’nu Başbakanlık Konutunda görüşmeye davet ettiği bildirildi.
Türk-İş Başkanlar Kurulu üyeleri saat 16:00’da Başbakanlık Konutu’nda Tansu Çiller’i ziyaret etti. Görüşme 1 saat 45 dakika sürdü. (Sabah, Milliyet, Cumhuriyet, Türkiye, 13.7.1994)
Bu görüşme sırasında Türk-İş’in temel talepleri Başbakan Tansu Çiller’e verildi. Tansu Çiller’e verilen metin aşağıda sunulmaktadır:
12 Temmuz 1994
Prof.Dr. Sayın Tansu Çiller
BAŞBAKAN
ÖZÜ: Taleplerimiz
Sayın Başbakanım,
(1) Ülkemizin temel sorunu, demokratikleşmedir. Hükümetimiz, genel ve yerel seçimler öncesinde seçim bildirgelerinde, Koalisyon Protokolleri ve Programlarında yer alan vaadleri derhal yerine getirmeli, 12 Eylül Anayasası’nı, 2821 ve 2822 sayılı Yasaları ve diğer anti-demokratik düzenlemeleri bu vaadler doğrultusunda değiştirmelidir.
(2) İşsizlik hızla artmaktadır. Hükümetimizin uygulamaları, işsizliği daha da artırmaktadır. Hükümetimiz, özel sektörde ve belediyelerde onbinlerce işçinin hiçbir geçerli nedene dayanmadan işten çıkarılmaları karşısında sessiz kalmamalıdır. 158 sayılı ILO Sözleşmesi Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmalı, iç mevzuatımız 158 sayılı ILO Sözleşmesi’ne uygun hale getirilmelidir. Geçici ve mevsimlik işçilerin çalışma süreleri uzatılmalıdır. Resen emeklilik uygulaması, ilgili Sendika ile görüşülerek karara bağlanmalıdır.
(3) Hükümet Programlarında ve Türkiye tarafından onaylanmış 87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmelerinde, kamu çalışanlarına da grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar ile siyasi faaliyette bulunma hakkının tanınması öngörülmektedir. Hazırlanan yasa tasarısı bu yükümlülükleri karşılamaktan uzaktır. Kamu çalışanlarının ILO Sözleşmelerinden kaynaklanan sendikal hakları iç mevzuatımıza yansıtılmalıdır.
(4) Sendikalarla mutabakata varılmadan, işçilerin iş güvencesi sağlanmadan, işsizlik sigortası olmadan, ülkemizin ve halkımızın çıkarları gerektiği gibi göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilen özelleştirme, devletin malvarlığının değerinin çok altında fiyatlarla belirli kesimlere aktarılması sonucunu doğurmuştur. Bu uygulama değiştirilmelidir.
(5) Ülkemizin kalkınmasında büyük katkıları bulunan emeklilerin sorunlarının çözümüne büyük öncelik verilmelidir.
(6) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve emeklilik haklarımız konusunda geçmişte hiçbir yönetim döneminde gündeme getirilemeyen boyutta olumsuzluklar taşıyan tasarı, bu biçimiyle ve Türk-İş’in bu konudaki talepleri dikkate alınmadan bir daha gündeme getirilmemelidir. Zorunlu tasarrufa ilişkin sorunlar çözülmelidir.
(7) SSK, geçmiş yıllarda prim borçları gecikme faizlerinin affedilmesinden büyük zarar görmüştü. 3986 sayılı Yasa’ya eklenen geçici 1. madde ile SSK’nın 16 trilyonluk alacağı, faizsiz ve gecikme zammı olmaksızın 36 aylık vadeyle takside bağlanmıştır. Bunlar, SSK’yı iflasa götürecek uygulamalardır. Bu yola bir daha başvurulmamalı, sosyal güvenliğin finansmanına devletin de katılması sağlanmalı, bu nedenle SSK’nın maruz kaldığı zarar Devletimiz tarafından SSK’ya ödenmeli, SSK hizmetlerinin niteliği yükseltilmelidir. SSK demokratikleştirilmeli ve özerkleştirilmelidir.
(8) Memurların ve sözleşmeli personelin aylıkları son derece yetersizdir. Aylıklar, günün ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye yükseltilmelidir.
(9) İşçilerin ücret, ikramiye ve kıdem tazminatı alacakları derhal ödenmelidir.
(10) Hükümetimiz, kamu kesimi toplu iş sözleşmelerinde verilmesi öngörülen ücret zamlarını derhal uygulamalıdır.
Sayın Başbakanım,
Yukarıda arz ettiklerimiz, acilen çözümünün son derece gerekli olduğuna inandığımız sorunlardır. Malumlarınız olduğu üzere, 2 Mart 1994 tarihli Raporumuzda, sorunlarımız daha kapsamlı olarak arz edilmiştir.
Saygılarımla,
Bayram MERAL
GENEL BAŞKAN
Başbakan Tansu Çiller ile yapılan görüşme sonrasında, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral şu açıklamayı yaptı:
“Başbakan ve bakanlar toplu sözleşmelere imza attılar. Tahakkuk konusunda zaten sıkıntı yok. Hükümet, ‘külfeti belli kademelerde ödeyebilir miyiz?’ teklifini yaptı. Başkanlar Kurulumuzda değerlendireceğiz. Umuyorum önümüzdeki günlerde rahatlatıcı boyutlara gidilebilir. Yüzde 35 oranındaki önerilerini bugün tahakkuk ettirip, enflasyon oranının getireceği külfeti belli bir zaman içinde ödeme önerisi yaptılar, dedi. Ülke bizim, sorunlar bizim, sorunları karşılıklı olarak çözeceğiz.” (Cumhuriyet,13.7.1994)
Başbakan Tansu Çiller’le görüşüldükten sonra Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun Türk-İş Genel Merkezi’nde saat 18:30’da yaptığı toplantıda, eylem önerileri değerlendirildi. Toplantıda açıklanan görüşlerin özeti aşağıda sunulmaktadır4:
Bayram Meral (Türk-İş Gn.Bşk.) Burun kanayacak, sürgün de olacak, atılmalar da. Aralıklı olarak iki gün işe gidilmemeli. Başbakan’ın söylediklerinden tatmin olmadım. Alacakları tahakkuk ettirmeyecek. Ettirse bile ödemeyecek. Bedelsiz eylem olmaz.
Şevket Yılmaz (Teksif Gn.Bşk.): 20 Temmuz’da eylem kararı alındı. İşten atılma, taşeron, özelleştirme nedeniyle eylem yapıyorum. Zaten zamsız maaşı alamıyorum. Direnişten bir fayda da gelmeyecek. Bizim işçi zaten direnişte. İşe gidelim, erkekçe duralım. Sendikaları rahatlatacak bir yasa değişikliği talebini gündeme getirmeyin Meclis açılışında, Eylül’de bölgelerde büyük toplantılar düzenleriz. 18 Temmuz’da, Niçin Genel Eylem açıklaması bütün yemekhanelerde okunsun.
Tamer Eralan (Çimse-İş Gn.Bşk.): Biz sıkıntıdayken bizi yalnız bıraktınız. Hiçbir arkadaşım eyleme katılmayacak.
Hüseyin Kayabaşı (T.Maden-İş Gn.Bşk.): 1 gün işe gidilmemeli.
Cemail Bakındı (Toleyis Gn.Bşk.): İş bırakma veya işe gitmeyerek eylem yok. Turizm çöküyor. Belki bir-iki saat destek verebiliriz. Ülkemin, turizmin, üyemin menfaatleri aynıdır.
Cengiz Teke (Haber-İş Gn.Bşk.): Eylemin başarı şansı yok. Değiştirilmesi düşünülen yasalar işçiyi ilgilendirmiyor. Eylem kararı çıkarsa, uymaya çalışırız.
Hikmet Alcan (Şeker-İş Gn.Bşk.): İşyerine gidilsin. Bir gün oturulsun. Toplu oturunca bir şey yapamazlar. Müzakere edelim, ama eylemi de yapalım.
Nurettin Girginer (Demiryol-İş Gn.Sek.): İşyerine gidip 1 gün üretimi durdurmak.
Selahattin Güngör (Orman-İş Gn.Bşk.): İşyerinde 1 gün çalışmama.
Sait Burçin (Teksif Gn.Bşk.Yrd.): Özelde eylem yaptırtamam. Kamuda zaten ayın 26 günü oturuyoruz. Yine otururuz.
Metin Tiryakioğlu (Basisen Gn.Bşk.): İşe gelsin, iş yavaşlatsın mümkün olduğunca. İşe gelmemek mümkün değil.
Güral Erçakır (Ağaç-İş Gn.Bşk.): İşe gidip 1 gün çalışmamalı.
Ali Ekber Güvenç (Basın-İş Gn.Bşk.): 28 Haziran günü oybirliğiyle alınan eylem kararına uyulmadığı için görüş bildirmedi.
Turgut Yılmaz (BASS Gn.Bşk.): İş yavaşlatma.
İbrahim Eren (Kristal-İş Gn.Bşk.): İşe gelip 1 gün çalışmama.
Fuat Alan (Belediye-İş Gn.Bşk.): 1 gün işe gitmemek.
Mustafa Başoğlu (Sağlık-İş Gn.Bşk.): İşe gidelim, iş yavaşlatarak veya durdurarak eylem yapalım.
Mahmut Özonur (Tes-İş Gn.Bşk.Vekili): Öneriyi tartışalım. İşbaşı yapıp 4 saat veya 1 gün iş durdurmak.
Zeki Kara (Tarım-İş Gn.Sek.): 20 Temmuz günü eylem yapacağız diye bir karar almadık. Kanuni sorumluluk var. 3 Ocak gibi olsun istemiyoruz. İşçimizi sıkıntıya sokmak niyetinde değiliz. İşçiyi kanuni sorumluluk altına sokacak bir eylemden yana değiliz. Eyleme katılmıyoruz.
Mithat Sarı (Selüloz-İş Gn.Bşk.): İşe gelip çalışmama. Taksite filan razı değilim. Hükümetin iyi niyetine inanmıyorum. Komisyon kurulup, pazarlık yapılmasına karşıyım.
Ahmet Tamer (Tezkoop-İş Gn.Bşk.): İşe gelip 1-2 saat iş bırakmak veya iş yavaşlatmak.
Hasan Biber (Liman-İş Gn.Bşk.): 1 gün iş bırakma. Sorunlar devam ederse, olağanüstü başkanlar kurulu toplantısı ve yeni eylem.
Sabri Topçu (Tümtis Gn.Bşk.): 1 gün işyerindeki işçileri meydanlara taşıyacağız. Arkasından süresiz genel eylem.
Yener Kaya (Deri-İş Gn.Bşk.): Eylem olsun da, ister işe gitmeyelim, ister işbaşında iş durduralım.
Atilay Ayçin (Hava-İş Gn.Bşk.): Görüş belirtmiyorum. Atilay Ayçin gerekçelerini uzun uzun anlatmak istedi. Kısa kesmesi istendi. Atilay Ayçin saat 20.00’de toplantıyı terketti. “Konuşamıyorsam, giderim,” dedi.
Adnan Özcan (Petrol-İş Gn.Bşk.): İşyerinde kalıp 2 gün iş durdurma. Enflasyon konusunu tartışmıyorum.
Feridun Kızılgün (Yol-İş Gn.Bşk.Vekili): Çıkacak her türlü karara harfiyen uyacağız.
İzzet Çetin (Harb-İş Gn.Bşk.): Karara uyacağım. İşe gidip işi bırakma olabilir. İşe gitmeme esas tercihim. İşyerinde işi bırakmada askerle karşı karşıya kalıyoruz.
Orhan Balta (Tekgıda-İş Gn.Bşk.): 3 Ocak’ta büyük zorluk çektik. İşbaşında iş durdurmada noter tespitinde tazminatsız çıkış tehlikesi var. işe gitmemede bu sıkıntı yok. 3 Ocak’ta seçim atmosferi ve arkamızda koca bir muhalefet vardı.
Toplantıya, Dok Gemi-İş, Denizciler, Türk Metal, Koop-İş, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Genel Maden-İş Sendikası yetkilileri katılmadı.
Toplantının sonunda, 18 Temmuz günü işyerlerinde Neden Genel Eylem bildirisinin okunmasına ve 20 Temmuz günü işyerine gidilip işbaşında oturulup çalışılmamasına karar verildi.
Genel grevin çalışma mevzuatındaki durumu ve Türkiye’nin onaylamış bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri açısından değerlendirilmesi konusunda, Türk-İş Genel Başkan Danışmanı Yıldırım Koç’un “Genel Grev ve ILO İlkeleri” yazısı, Milliyet Gazetesi’nin 13 Temmuz 1994 günlü sayısında yayımlandı. Yazıyı aşağıda sunuyoruz:
GENEL GREV VE ILO İLKELERİ
Yıldırım Koç
TÜRK-İŞ Genel Başkan Danışmanı
Türkiye 1932 yılından beri, Birleşmiş Milletler’in bir yan örgütü olan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün üyesidir. Parlamentomuz ve Bakanlar Kurulumuz, ILO’nun 35 Sözleşmesini onaylamış ve Anayasamızın 90. maddesi uyarınca, iç mevzuatımıza dahil etmiştir. 25 Şubat 1993 tarihinde onaylanan ve 12 Temmuz 1993 tarihinde Uluslararası Çalışma Bürosu’na tescil işlemleri yaptırılan 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunması’na ilişkin Sözleşme, 12 Temmuz 1994 tarihinde denetime girmektedir. Türkiye, 87 sayılı Sözleşme’nin gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.
87 sayılı Sözleşme, devletin yönetiminden sorumlu üst düzey devlet memurları ve “aksaması durumunda nüfusun tümünün veya bir bölümünün hayatını, kişisel güvenliğini veya sağlığını tehlikeye sokacak hizmet veya faaliyetlerde” (“temel hizmetler”)5 çalışanlar dışında tüm ücretli çalışanlar için, barışçıl olmak koşuluyla, genel grev dahil her türlü iş durdurmanın bir hak olarak tanınmasını gerektirmektedir. Bu konuda değerlendirme yapma yetkisi, işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi ile, yine işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan ILO Yönetim Kurulu’nun seçtiği dünyaca ünlü tarafsız uzmanların yer aldığı Uzmanlar Komitesi’ne aittir.
ILO Uzmanlar Komitesi, 1994 yılında yayınlanan raporunda şunları yazmaktadır:
“Komite’nin görüşüne göre, işçilerin sosyo-ekonomik ve mesleki çıkarlarını korumakla sorumlu olan örgütler, ilke olarak, üyeleri ve ayrıca genel olarak işçiler üzerinde doğrudan etkisi olan önemli toplumsal ve ekonomik politika eğilimlerinin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm arayışı içinde ve özellikle istihdam, toplumsal koruma ve yaşam standardı gibi konularda, durumlarını güçlendirmek amacıyla grev eylemini kullanabilmelidir.”6
ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi ise, Türkiye Hükümeti aleyhinde yapılan bir şikayet başvurusu üzerine bu konuda şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Komite, bir protesto grevi yapan sendikaların 58. maddenin 3. fıkrası uyarınca kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu dikkate almaktadır. Uzmanlar Komitesi’nin de belirttiği gibi, grev hakkı, işçilerin ve örgütlerinin, kendi ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak ve geliştirmek için sahip oldukları temel araçlardan biridir. Bu çıkarlar yalnızca daha iyi çalışma koşullarının elde edilmesi ve mesleki nitelikteki toplu istemlerin peşinden koşulması değil, fakat aynı zamanda ekonomik ve toplumsal politika sorunlarına ve çalışma hayatının işçileri doğrudan ilgilendiren her türlü sorunlarına çözümler aranması ile de ilgilidir. Komite, sendikaların, hükümetin ekonomik ve toplumsal politikalarını eleştirmeyi amaçlayan protesto eylemlerine başvurabilme olanağına sahip olmaları gerektiğini düşünmektedir.”7
ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi bir başka vesileyle de şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Grev hakkı yalnızca bir toplu iş sözleşmesinin imzalanması aracılığıyla çözümlenebilecek iş uyuşmazlıkları ile sınırlı kalmamalıdır; işçiler ve örgütleri, gerekli olduğu durumlarda, daha geniş bir kapsam içinde, üyelerinin çıkarlarını etkileyen ekonomik ve toplumsal konularla ilgili tepkilerini ifade edebilmelidir.”8
2822 sayılı Yasa, yalnızca sendikalara grev hakkı tanımaktadır. Halbuki ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, Federasyon ve Konfederasyonların da grev hakkına sahip olması gerektiğini belirtmektedir: “Federasyonların ve konfederasyonların grev çağrısında bulunmasının yasaklanması, Sözleşmenin 6. maddesinin ihlalidir.”
ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, Türkiye aleyhinde yapılan bir şikayet başvurusu üzerine şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Komite, 25. Maddede grevin niteliği ve amaçları konusunda konmuş olan kısıtlamaların (siyasi grevin, genel grevin ve dayanışma grevlerinin, iş yavaşlatmanın ve üretimi düşürmenin yasaklanması) çok fazla kapsamlı olduğu ve bu konularda Yasanın V. Bölümünde yer alan cezai yaptırımların da son derece ağır olduğu görüşündedir. Komite’nin olduğu kadar Uzmanlar Komitesi’nin de görüşüne göre, tümüyle siyasi nitelikteki grevler örgütlenme özgürlüğü ilkesinin kapsamı içine düşmemekle birlikte, sendikalar, özellikle bir hükümetin ekonomik ve toplumsal politikalarını eleştirmek amacıyla protesto grevlerine başvurabilmelidirler. Ayrıca, dayanışma grevlerinin genel olarak yasaklanması istismara yol açabilir ve grev hakkının kullanılmasına ilişkin yöntemler söz konusu olduğunda, kurallara tamı tamına uyarak işin yavaşlatılması, işyerlerinin işgal edilmesi ve işbaşında oturma grevleri yapılması konularında kısıtlama getirilmesi, ancak bu eylemlerin barışçıl olmaktan çıktığı durumlarda haklılık kazanır.”10
Kolombiya’da 4 işçi konfederasyonunun 14 Kasım 1990 tarihinde ilan ettikleri genel grevle ilgili olarak Hükümetin yasadışı iddiaları karşısında Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi’nin kararı ise şöyledir: ” Komite, Hükümetin ekonomik politikasının toplumsal sonuçları ve işçiler açısından sonuçlarını protesto etmek için 14 Kasım 1990 tarihinde ülke düzeyinde gerçekleştirilen grevin yasadışı ilan edilmesinin ve bu grevin yasaklanmasının , örgütlenme özgürlüğünün ciddi bir biçimde ihlalini oluşturduğu düşüncesindedir.”11
Hükümetimiz, 12 Temmuz 1994 tarihinden itibaren, bu ilkelere uymakla yükümlüdür.




















































































