YUNANİSTAN İLE KORKUTMAK
Yunanistan´da Haziran seçimlerinde sıradan yurttaşı, ´korkutma´ en geçerli propaganda aracı olacaktır. Merkez ve sağdaki partiler, (PASOK dahil) ´bizi AB´den atarlar, her şey daha kötüye gidecek´ tehdidini şimdiden kullanıyor.
2012 yılının başında Şubat ayının ilk haftalarında AB’nin dayattığı kararları almak ve yürütmek üzere, teknokratlardan oluşan hükümet görev başı yaptığında, Atina’da Akropolis’i işgal eden sıradan Yunanlı yurttaşlar "demokrasi doğduğu yerde öldü" afişi açmıştı. Atina’da alevler yükselirken Yunanistan parlamentosu son bir yıl içindeki ikinci "AB ve IMF İstikrar Programını" kabul ediyordu. Karşılığında Yunanistan’a vadesi gelmiş borçlarının ödemesinde kullanılmak üzere 130 milyar Avro destek sağlanmıştı.
Evet ama yetmez
Yunanistan’a Başbakan ve teknokrat hükümet atanmasından sonra, AB MALİye Bakanları Yunanistan’a, bakanlıklarda görev yapmak üzere 20 kişilik bir Avrupalı bürokrat kadrosu gönderdi. Almanya ayrıca, eski parlamentonun onayladığı "istikrar paketini", Nisan seçimlerinden sonra gelecek yeni Yunanistan parlamentosunun da garanti etmesini istiyordu. Kısaca başta Almanya ve AB, Yunanistan parlamentosunun kararına "evet ama yetmez" demişti.
Nisan ayında yapılan seçimlerden sonra ortaya çıkan siyasi tablo nedeniyle Yunanistan yeniden seçime gidiyor. Bu seçimden çıkacak sonuçlar şimdiden başta Almanya olmak üzere bütün AB ülkelerini ürkütüyor. AB’nin bu küçük ortağında yapılacak seçimlerin sonucu Avrupa’da yeni bir yapılanmaya yol açabilir mi?
Çok uzak bir olasılık değil gibi gözüküyor. Nisan seçimlerinden sonra, AB dayatmaları doğrultusunda bir hükümet oluşumunu engelleyen sol siyaset, Haziran seçimlerinden en büyük cephe olarak çıkabileceğinin işaretlerini veriyor. Bir anlamda AB’ye " yetmez ama hayır" mesajı gönderilmiş durumda.
Yunanistan’da Haziran seçimlerinde sıradan yurttaşı "korkutma" en geçerli propaganda aracı olacaktır. Merkez ve sağdaki partiler (PASOK dahil) , "bizi AB’den atarlar, her şey daha kötüye gidecek" tehdidini şimdiden kullanıyor.
Görünen, Yunanistan’daki seçimlerde gerçekte bir referandum oylaması yapılacak. AB ile devam mı, tamam mı? Seçim sonuçlan böylesine kolay bir çözüm olabilir mi? Ya da AB böylesi "bağımsız" bir çözümü, yol aynmını kolaylıkla kabul eder mi?
Yol ayrımı
2007/2008 krizi sonrasında, Batı ‘nın merkez ekonomileri dışında kalan piyasa ekonomilerinde böylesi bir yol ayırımına gelinebileceği söylendi. Söyleyen kişi tanıdık bir isim. Israrla söyledi. Kim bilir belki de bu nedenle çok ağır bir bedel ödüyor. Uyanyı yapan kişi eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn.
Fransa’da seçimlerden sonra yapılan başkanlık töreninin olduğu gün, Sarkozy’nin görevden ayrıldığı saatlerde basına yansıyan bir haber, eski IMF Başkanı D. Strauss-Kahn’ın ABD’de yaşadığı skandal nedeniyle, sorumlular hakkında 1 milyon dolarlık dava açtığını duyuruyordu. Davayı açmak için Sarkozy’nin görevden aynldığı günü beklemişti. Kendisine yapılanın açık bir senaryo olduğunu hatırlatıyor.
Strauss-Kahn 2009 yılı Kasım ayında IMF Başkanı olarak Paris’te yaptığı açıklamada; "Bana göre dünya vatandaşları bir başka ‘kurtarma operasyonu’ için ödeme yapmayı reddedeceklerdir," uyarısını yapıyordu. IMF Başkanı olarak böyle bir açıklama yapmak kolay değil. Geçmişi sol bir ekonomi-siyaset dünyasına dayansa da, hoş görülemedi.
Yaşadığı her finansal krizde kamu desteği almadan ayakta kalamayan ve krizden çıkamayan "piyasa güçleri" için çok ciddi bir uyanydı. Kahn, 2010 yılında da bu görüşlerini sıkça tekrarladı. Kuşkusuz bunlar, yaşanmakta olan krizden çıkış arayan karar vericiler için önemli uyarılardı. Kahn’a göre, piyasa sistemi, geçen 250 yılda "devresel olduğu" söylenen ve defalarca meydana gelmiş olan krizleri için son kez kamu desteğini kullanmıştı.
Krizin maliyeti
Bu dengede, çıkış için ekonomik yeniden yapılanmanın alt-yapısını oluşturmaya çalışanlar yeni bir süreci başlatmak zorundaydılar.
Öyle olmadı. AB üyeleri dahil merkez ekonomilerinin hiçbirisinde "piyasa güçleri" kamunun borçlanarak yarattığı kaynaklardan ellerini çekmediler. Borçlanmanın maliyetini de doğrudan dünya vatandaşlanna yüklemekten çekinmediler. Borçlanma maliyeti sıradan dünya yurttaşına, istikrar-daralma politikaları olarak döndü; ücretlerinin sınırlanması-gerilemesi, daha az kamu, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik harcaması olarak yansıdı. Yaşam standartlanndaki düşüş, krizin dördüncü yılı içinde belirgin bir biçimde günlük yaşama daha fazla yansımaya başladı. Yunanistan örneğinde olduğu gibi Fransa’da, İrlanda’da sıradan yurttaşlar daha fazla ödeme yapmayı artık reddediyorlar.
Yunanistan üzerinden sıradan dünya vatandaşına yönelik yaratılan korkutma-tehdit yaygınlaşıyor. Bir ucu NATO’ya kadar uzanırken, diğer ucu Türkiye’de memurlarla yapılan topluiş sözleşmelerindeki ücret artışı talebine kadar uzanıyor.
Yunanistan Haziran seçimleri ile "yetmez ama hayır" diyebilir. Türkiye’de toplu-iş sözleşmesi masasındaki sendikalar "yetmez ama hayır" diyebilir mi? Mesele budur.