TÜRKİYE SANAYİSİZLEŞİYOR
Pek müthiş keşifler yapılıyor son günlerde. Bunlardan birine TÜSİAD Başkanı Boyner de katılmış ve buyurmuş ki, “Dünyada üretim Doğu’ya kayıyor”. Bu büyük tespitten sonra Türkiye’nin eksenine ilişkin de inciler döktürmüş.
Pek müthiş keşifler yapılıyor son günlerde. Bunlardan birine TÜSİAD Başkanı Boyner de katılmış ve buyurmuş ki, “Dünyada üretim Doğu’ya kayıyor”. Bu büyük tespitten sonra Türkiye’nin eksenine ilişkin de inciler döktürmüş. Bir yandan da Türkiye’nin AB ihracat pazarları üstünden “eksen” tartışmaları var.
Üretimin Doğu’ya, yani Asya’ya kaydırılması gerçeği, yeni değil. Tersine 1980’lerden başlayarak merkez-gelişmiş ülkeler, kendi birikim seviyeleri açısından artık yeterince kârlı bulmadıkları sanayi sektörlerini, Çin, Hindistan, başta olmak üzere diğer Asya ülkelerine, Güney Amerika’ya, giderek Ön Asya ve Doğu Avrupa’ya kaydırdılar. Kendileri ise görece kâr oranı yüksek finans, bilişim, iletişim ve imalat sanayiinin katma değeri yüksek alt dallarında, işlemlerinde yoğunlaştılar. Özellikle finansallaşma üstünden kâr seviyelerini korumayı denediler, ta ki 2007-2008 kriz patlamasına kadar.
Merkez, sanayiyi Doğu’ya kaydırırken Türkiye de bazı roller aldı. Sanayide özellikle otomotiv, tekstil-konfeksiyon, dayanıklı ev eşyaları sektörlerinde, AB pazarları için tedarikçi-ihracatçı roller üstlendi. Gelin görün ki, bugün vardığımız yer itibarıyla, Türkiye’nin bu sanayici role bile iştahla sarılmadığı, hem katma değer hem istihdam olarak sanayinin toplamdaki yerinin son 10 yılda gerilediği, net ithalatçı karakterde olduğu, gerçek ihracatçı sektörlerinin geri planda kaldığı görülüyor.
Kaynak: TÜİK milli gelir serilerinden hesaplandı.
Milli gelirde tarım dışarıda bırakılarak, tarım dışı sektörlerin katma değer payı incelendiğinde sanayinin (imalat sanayi, elektrik ve madencilik) 1998’de yüzde 32’ye yaklaşan payının 2009’a gelindiğinde yüzde 29’a düşerek yaklaşık 3 puan gerilediği görülüyor. Bu 10 yılda, inşaat yüzde 7’ye yaklaşan payını korurken hizmetler sektörünün 1998’de yüzde 61 olan payını 2009’da yüzde 65’e kadar çıkardığı görülüyor.
Bu sanayinin zaviye kaybetme eğilimini, istihdam göstergelerinden de izlemek mümkün. 2000’de 13.8 milyonluk istihdamda sanayinin yüzde 27.6 olan payının 2005’e gelindiğinde yüzde 30.3’e çıkarmasına karşılık 2009’da yüzde 29.5’e düştüğünü görüyoruz. Aynı dönemde inşaat yüzde 9.5 dolayındaki payını sürdürürken hizmetler sektörünün 2000’deki payını yüzde 62.5’ten yüzde 77’ye çıkardığını görebiliyoruz.
Kaynak: TÜİK Hanehalkı İşgücü İstatistikleri veri tabanı.
Milli gelirde ve istihdamda sanayinin payının dişe dokunur bir ilerleme göstermeyip patinaj yaptığı önermesini ikna edici bulmayanlara, bir de sanayinin iç bileşimini hatırlatmak yerinde olur. TÜİK, geçen hafta 2008’e ait “Yıllık Sanayi ve Hizmet İstatistikleri” başlığı altında alt sektörlerin katma değer dökümünü verdi. Oradan görüyoruz ki, imalat sanayi katma değerinde, ithal girdi kullanımı üst seviyede olan, yani “net ithalatçı” ana metal sanayi, kimya sanayi, makine-teçhizat, otomotiv, petrol rafinajı, kâğıt, televizyon cihazı, elektrikli cihazlar sektörleri, imalat sanayi katma değerinde önemli bir yer tutmaktadır. Net ihracatçı gıda, tekstil ve giyimin toplam imalat sanayi katma değerindeki payı yüzde 40’ı ancak bulmaktadır. Net ithalatçıların 2000-2009 döneminde 916 milyar dolarlık ithalat yaptıklarını ve ancak 393 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdiklerini, geçerken hatırlatalım. Bu, imalat sanayine hâkim bu sektörlerin söz konusu dönemde 522 milyar dolarlık net ithalata yol açtıkları anlamına geliyor ki, bu denli yoğun ithal girdi kullanan sektörlerin egemen olduğu bir sanayiye de gerçek anlamda sanayi demek mümkün değildir. Sanayiden, sanayileşmeden söz ederken, bu net ithalatçıların hegemonyası hiçbir zaman göz ardı edilemez. Bu ithal odaklı sektörel yapıdan da bakınca, Türkiye’nin sanayisizleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.