4/C’NİN ASIL AMACI KÖLELİK DÜZENİNİ MEŞRULAŞTIRMAK
Hükümetin tüm karalama çabalarına karşın 69 gündür güçlenerek devam eden TEKEL direnişi, hükümet, IMF ve sermaye çevrelerinin Türkiyeli emekçiler için nasıl bir gelecek planladıklarını da anlamak açısından önemli bir görev üstlendi. Özelleştirmelerin TEKEL’le sınırlı kalmayacağını sonra da devam ederek yüz binlerce işçiyi vuracağına dikkat
Hükümetin tüm karalama çabalarına karşın 69 gündür güçlenerek devam eden TEKEL direnişi, hükümet, IMF ve sermaye çevrelerinin Türkiyeli emekçiler için nasıl bir gelecek planladıklarını da anlamak açısından önemli bir görev üstlendi. Özelleştirmelerin TEKEL’le sınırlı kalmayacağını sonra da devam ederek yüz binlerce işçiyi vuracağına dikkat çeken Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi, gazeteci/yazar, Yrd. Doç. Dr. Atilla Özsever, hem 4/C’nin, hem de ‘esnek istihdam’ adı altında gündeme sokulmaya çalışılan politikanın esas hedefinin sendikasız, örgütsüz, iş güvencesiz bir çalışma ortamı yaratmak olduğunu belirtti.
»TEKEL işçilerine karşı AKP hükümetinin katı tavrı yeni özelleştirmelerin habercisi mi?
Tabii, TEKEL’in özelleştirilmesinden sonra sırada şeker fabrikaları var. Nitekim bununla ilgili bir girişim oldu ama, Danıştay bu konuda yürütmeyi durdurdu. Şeker fabrikalarının arkasından enerji sektöründe özelleştirme söz konusu daha sonra karayolları, köprüler ve daha birçok özelleştirme gündemde olacak. Burada hükümetin esas amacı güvencesiz bir istihdamı yaygınlaştırmak. Yani 4/C diye ifade edilen konu esas itibariyle çalışanları güvencesiz, iş garantisi olmayan, kısmi süreli bir çalışma statüsüne sokmak.
»Bu uygulama neye yarayacak? Ortamın daha çok gerilmesine sebep olmayacak mı?
Sonucu hayli kritik ekonomik ve toplumsal krizlere kapı açar. Çünkü krizlerin iki yönlü açılımı vardır. Birincisi sermaye kesimi kendi içersinde bir genişleme ve tasfiye süreci yaşar, özetle büyük sermaye küçük sermayeyi tasfiye eder. İkincisi ise, emeğin hakları üzerinde bir baskı yaratır. Gelinen sürece kadar çalışanların tüm hakları, kriz bahane edilerek sınırlandırılır. Böylece daha ucuz emeğe daha fazla kâr amacına güdülür. Özet olarak mevcut iktidar ve büyük sermaye bu kriz koşullarından yararlanmak suretiyle çalışanların zaten sınırlı olan haklarını daha da daraltmak istiyor. Güvencesiz bir çalışma ortamı yaratarak sendika hakkı olsun, sosyal güvenlik hakkı olsun, ortadan kaldırmak ve sefalet ücretine razı olunmasını sağlamak istiyorlar. Nitekim kamuoyuna yansımasa da PTT de anonim bir şirkete satılarak özelleştirilmeye giden ilk adım atılmaya çalışılıyor. PTT Genel Müdürlüğü ve Ulaştırma Bakanlığı tarafından bu özelleştirme konusunda bir yasa taslağı hazırlanmış ve o taslakta çalışanların yeni bir sözleşmeli statüde çalıştırılması öngörülüyor.
»Nasıl bir statüden bahsediyorsunuz?
Bu statü ne devlet memuru statüsü, ne 4857 sayılı iş kanununa bağlı statü, ne de diğer kanunlardaki sözleşmeli personel statüsüne bağlı. Yani yeni bir statü icat ediyorlar. Ne oluyor peki? Buradaki işten çıkartma, işe alma, ücretler tamamen PTT AŞ’nin yönetim kurulunun keyfi kararına bağlı hale getiriliyor. Dolayısıyla keyfi kölelik, esaret sözleşmesi gibi bir sözleşme ‘ister kabul et ister etme’ denerek, çalışanlar böyle bir sürece yöneltiliyor. Mesela yine bu tam gün yasası meselesi gündemdeydi biliyorsunuz. Bu tam günden sonra doktor, hekim ve sağlık personelleri için şu anda yeni bir yasa gündemde, Meclis’in alt komisyonunda görüşülüyor. Bu yasanın adı ‘Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasası’. Kamu hastaneleri zaman içersinde giderek özerkleştirilecek, dolayısıyla oradaki hekim ve sağlık personelleri sözleşmeli olacak. Yani bütün kesimlerin sözleşmeli statüye gelmesini istiyorlar. Şu anda 650 sayılı kanuna bağlı memurların da sözleşmeli olmaları isteniyor. Memurlara ‘sözleşmeli olur, işçi statüsüne geçerseniz size de grev hakkı vereceğiz’ deyip, memurun güvencesini elinden alıp sözleşmeli hale getirmek istiyorlar.
»Buradaki asıl amaç sendikaları pasif hale getirmek mi?
Evet, amaç tamamen sendikasız bir düzen yaratmak. Çalışanların tazminat, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi koruyucu haklarını ellerinden alarak kaderlerini tamamen işverenin iki dudağı arasından çıkacak söze mahkûm edecek bir çalışma düzeni istiyorlar. Esnek çalışma düzeni dedikleri de bu zaten. ‘Esnek istihdam gerek’ diyen TÜSİAD da bunu istiyor. Oysa esnek istihdam ne demek? Sendikasız, güvencesiz, çok düşük ücrete razı bir emek kesiminin yaratılması demek. Bu düzen, ‘şu kadar saat çalışacaksın, ben seni çalıştırdığım kadar ücret veririm, hafta sonu çalışmazsan ücret ödenmez’ gibi uygulamalara yol açacak. Zaten bununla bağlantılı olarak Özel İstihdam Büroları, yani kiralık işçi uygulaması gündemdeydi. Birtakım bürolar kurulacak, ‘Ahmet, Hasan, Hüseyin, Fatma gel şu işverene çalış, 3 ay çalış, 5 ay çalış, ücretini büro ödeyecek’ diyecek. Kısacası sendikasız, tazminatsız, güvencesiz bir ortam yaratılması amaçlanıyor.
4/C: Kölelik sözleşmesi
»4/C statüsünü tanımlayabilir misiniz?
2004 yılında AKP iktidarı 657 sayılı devlet memurları kanununun 4’üncü maddesinin C fıkrası olarak bir yasa çıkarttı. Bu yasada özelleştirme sonucunda işsiz kalanlara, ‘Sizi 4/C kanununa bağlı tutuyoruz’ diyorlar. Nedir buradaki 4/C? Çalışan daha önce çalıştığı kurumlarda ne ücret alırsa alsın fark etmiyor. 600 ile 800 TL arasında ücret alacak, 4 ay ile 10 ay arası bir çalışma süreci olacak, ayda ancak bir günlük ücretli izin hakkı olacak, yılda 5 günlük hastalık izni hakkı olacak, yani 5 günden fazla hasta olursa sigortadan para ödenmeyecek, başka herhangi bir işte çalışmayacak, diyelim ki en fazla 10 aya kadar çalışıp 2 ay çalışmayacak, ondan sonra bakanlar kurulu dilerse bu kişiyi çalıştıracak, dilemezse çalıştırmayacak, yani sözleşmesi yenilenmeyebilir. Ve bunun dışında ne memur ne de işçi sendikalarına üye olabilecek, toplu sözleşme haklarından yoksun olacak. Ücretler düşük olduğu için, ister istemez emekli aylıkları da düşecek. Yani 4/C iş garantisi olmayan, sendikal hakkı olmayan, grev, toplu sözleşme hakkı olmayan, fazla mesai ücreti olmayan, bir tür kölelik sözleşmesi. TEKEL işçileri haklı olarak bunu kabul etmedi. Aslında TEKEL’in özelleştirilmesi uzun bir süre önce başlamıştı, daha sonra 2001’de bir yasa çıktı, tüm TEKEL özelleştirildi. Önce içki fabrikaları satıldı, ondan sonra sigara fabrikaları satıldı, sonuçta 12 bin TEKEL işçisine dediler ki: “Biz yaprak tütün fabrikalarını kapatıyoruz.Sizi de 4/C’ye geçiriyoruz. Kabul edersiniz ya da etmezsiniz.” Bunun üzerine işçiler 15 Aralık’ta Ankara’ya gelip buna tepki gösterdiler ve bu tepki karşısında hükümet bir geri adım attı. 4 ile 10 aya kadar olan bu sözleşmeyi 11 aya çıkarttılar, ücretli izin her ay için 1 gündü onu 2 güne çıkarttılar ve dediler ki: “Gerekirse memur sendikalarına üye olabilirsiniz.” Hastalık izni de yılda 5 günden 30 güne çıkarıldı. Kıdem ve ihbar tazminatı yoktu; o konuda da “Biz size iş sonu tazminatı ödeyeceğiz” diyerek birtakım iyileştirmeler yapıldı ama 4/C statüsü özü itibariyle değişmedi. Çünkü 4/C statüsünde deniyor ki: “Sana verdiğimiz bu haklar sadece o yıl için geçerli.” Yani yasa 2010 yılının 4 Şubat’ında çıktı, demek ki 2010 yılı için geçerli. Peki, 2011 yılında ne olacak? Bakanlar Kurulu,’hayır vazgeçtim seni çalıştırmayabilirim’ diyebilecek. Yani bu iyileşme de bir şeye yaramıyor, çünkü iş garantisi yok. Halbuki eskiden TEKEL fabrikalarındaki işçiler kadroluydu, bir garantileri vardı emekliliğin sonuna kadar. Bu uygulamayı TEKEL işçileri kabul etmedi ve Türkiye’nin neresinde olursa olsun bizi özlük haklarımızla birlikte başka kamu kuruluşuna devredin, biz buna razıyız dediler. Ancak hükümet bunu niye istemiyor? Çünkü sadece 10 bin TEKEL işçisi yok, arkasından şeker fabrikaları, enerji kurumları gelecek. Eğer özelleştirmeler konusunda burada bir taviz verirse diğer özelleştirmelere de vermek durumunda kalacak. Çünkü hükümetin amacı düşük ücretli güvencesiz bir istihdam yaratmak.
AB VE IMF GÜVENCESİZ İSTİHDAMI DAYATIYOR
»Peki bu 4/C statüsü ve özelleştirmelerin saptanmasında IMF’nin rolü ne kadar?
Rolü var tabii ki. Ama IMF’ye söz vermekten de öte, zaten bunlar neo-liberal bir politika uyguluyor. AB de, IMF de genel olarak güvencesiz istihdamı dayatıyor. Nitekim bu güvencesiz istihdam aslında AB için de geçerli. Çünkü Ekim ayında hatırlarsanız, IMF toplantıları vardı İstanbul’da. İşte tam o sırada buraya Avrupalı ve uluslararası sendika yöneticileri geldi ve onların toplantılarına ben de katıldım. Onlar da bu güvencesiz istihdam uygulamasından şikâyetçiydiler. Avrupa’da da bir takım 4/C benzeri yasaları yürürlüğe koymak istiyorlar, çünkü kapitalist sistemin amacı bu. O nedenle buradaki politikalar sonuç itibariyle Avrupa’daki sermaye sınıfının uygulamalarıyla örtüşüyor, ancak oradaki işçi sınıfının bir deneyimi var. Mesela Yunanistan’da muhafazakâr bir hükümet vardı, sonra sözüm ona sosyalist bir hükümet geldi ama onlar da AB’nin ve IMF’nin koşullarını uygulamaya başladılar. O zaman ne oldu? Yunan işçi sınıfı sokaklara çıkarak genel greve imza attı.
»Bir yandan AB’ye ayak uydurmak gibi bir söylem ortaya koyuyorlar, bir yandan imzaladıkları İLO sözleşmelerini çiğniyorlar. Bu nasıl bir çelişki?
İLO’nun daha önceleri kabul ettiği bir takım sözleşmeler var, mesela 87 ve 97 sayılı sözleşmeler. 87 sayılı sözleşme, sendika hakkı ve özgürlüğüyle ilgili, 97 sayılı sözleşme ise toplusözleşme hakkı ile ilgili. Biz bunu imzalamışız, kabul etmişiz, bunu kabul ettiğimize göre işçinin sendika, grev ve toplusözleşme hakkı söz konusu. Anayasanın 90’ıncı maddesinde bir değişiklik yapıldı. Mesela şu anda siz işçileri 4/C statüsüne soktunuz ve bu statüde sendika hakkı yok, en fazla memur sendikası hakkı tanıdınız, fakat memur sendikalarında zaten toplusözleşme, grev hakkı yok ki, memurlar bunun için mücadele ediyorlar. Halbuki bu işçiler daha önce TEKEL işçisiydi, toplusözleşmeli sendika hakları vardı. Gerektiğinde greve çıkıyorlardı. Ancak şimdi siz bu adamların toplusözleşme ve grev haklarını ellerinden alıyorsunuz. Yani 87 ve 97 sayılı uluslararası sözleşmelere göre kazanılmış haklarını ihlal ediyorsunuz, geri alıyorsunuz.
»Peki İLO sözleşmesine imza attıktan sonra bunu yapmaya hakları var mı?
Yok. Hükümet işçilere 4/C’yi dayatarak İLO sözleşmelerini kabul eden Anayasa’nın 90. maddesini açıkça ihlal ediyor. Onun için, Tekgıda-İş sendikası Danıştay’a yasanın iptali için başvurdu.
ÖRGÜTSÜZ GREV BAŞARISIZ
»Yunanistan’da demin konuştuğumuz gibi bir genel grev oldu, hayat tam anlamıyla durdu. Bizde de genel grev oldu, ama aynı ölçüde başarılı olmadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
6 Konfederasyon -tabii sayı daha sonra 4’e düştü- 4 Şubat’ta bir günlük iş bırakma eylemi kararı aldı. İş bırakma ve genel grev biraz farklı kavramlar. Bu sendikalar üretimden gelen gücü kullanmak istediler. Genel grev birden fazla iş kolunda işi bırakarak hayatı durdurmak demektir. Ve genel grevde 3-4 önemli sektör vardır: Telekomünikasyon, haberleşme, enerji, bankalar, ulaşım. Bu sektörlerde işi durdurmazsanız o zaman genel grevin bir anlamı olmaz. Ancak burada bir günlük iş bırakma oldu, ama tam anlamıyla gereken hazırlık yapılmadı. Çünkü bu hazırlık bir iki güne sıkıştırıldı. Neticede 25 Kasım tarihindeki memurların uyarı grevinin gerisine düştü bu hareket bir anlamda. Bir de, Batı ülkelerinde genel grevin başarılı olmasındaki birinci neden oradaki hemen hemen tüm çalışanların sendikalı olmasıdır. Bizde ise, işçi açısından baktığımız zaman,12-13 milyon aktif nüfusun sadece 500 ila 600 bini, yani yüzde 5’i, 6’sı sendikalı. Yani memurları da katarsak çalışanların yüzde 10’u sendikalı ve bu çok zayıf bir rakam. Bu açıdan, gerekli hazırlıklar yapılmadan başlatılacak bir genel grev başarısız olmaya mahkûmdur.
»TEKEL işçilerinin kararlı direnişi bundan sonraki özelleştirme girişimlerine karşı tepkileri nasıl etkileyecek?
Bu açıdan TEKEL işçilerinin direnişi çok önemli bir hareket. Durgun olan emek kesimini hem sınıf hem de sendikal bürokrasi anlamında harekete geçirmiştir, bir kıvılcım atmıştır. TEKEL işçileri 6 konfederasyonu birleştirmeyi başardılar; bu direniş bundan sonra hakları için mücadele etmenin gerekli olduğunu ortaya koymuş oldu. Ve bunu Kürt, Laz, türbanlı, türbansız demeden sınıf mücadelesi ekseni etrafında toplamayı başarmıştır. Bundan sonra iktidar özelleştirme yaparken daha dikkatli, işçiler de daha bilinçli ve örgütlü olacaktır.
GAZETECİ-YAZAR, YRD. DOÇ. DR. ATİLLA ÖZSEVER