Bütün hükümetler işçi hareketinden korkar. O yüzden de kıdem tazminatına dokunma konusunda tereddütlü yaklaşırlar. Bir gündeme getirilip, bir geri çekilişi biraz da bundandır. İleri sürdükleri gerekçe de bundandır. Sözüm ona işçinin hakkını korumak amacıyla kıdem tazminatına dokunulmak isteniyor. Peki işçi sınıfı bu saldırıyı durdurabilir mi? Bu gücü var mıdır?
Bence var. O güç, sadece sendikal örgütlülük oranı ya da sadece sendikal yapılar değil, hatta bunlar hiç değil; sınıfın bizzat kendisi.
15-16 Haziran Eylemi, işçi sınıfının bunu yapma gücünün ve yeterliliğinin en küçük bir göstergesidir. Sonucu tartışılır ama yeteneği tartışma götürmez. Ne özelleştirmeler, ne örgütlenme önündeki engeller, baskılar durdurabilir işçi sınıfını. Çalıştığı kurum özel bir işletme olsa da, üretim ve çalışma biçimleri değişse de, işçi sınıfının karakteri değişmez. Elbetteki en çok ücretleriyle ilgili tepki verirler ama bu ücret dışında tepki vermeyecekleri anlamına gelmez. Üstelik hükümet destekli sendikacılara rağmen, örgütlü bir tepkiyi ortaya koyabilecek birikime de sahiptir. 15-16 Haziranın işçi önderleri eylemin hemen ardından işlerini kaybederek ve bir daha kendi isimleriyle iş bulamayarak cezalandırıldılar. O gün işçilere kesilen cezalar, bir daha 15-16 Haziranlar olmasın diyeydi. Oysa işçi sınıfı karakteri gereği devrimcidir ve bu emeğin tunç yasalarındandır. Üreten onlarsa değiştirme yeteneği ve gücüne de sahip olan onlardır.
Kıdem tazminatı çalışma hayatı yasalarının diğer maddeleri gibi değildir. Torbalara sokuşturularak değiştirilen çalışma biçimleri ve hak gaspları beklenenin aksine cılız bir yankı bulsa da, kıdem tazminatı hakkı aynı rahatlıkla değiştirilemez. İstediği kadar OHAL ilan etsin hükümet, istediği kadar taslağı esnekleştirsin ya da sendikaları budasın. Hiçbir girişim ayağa kalkmayı kafasına koyan işçi sınıfını durduramaz. O ayağa kalktığı zaman zararı en çok kim görür belli olmaz ama yıkmadan yerine oturmayacağı kesin.
Hani hep eleştiririz ya sendikacıları; işte o hükümete yakın olmakla eleştirdiğimiz sendikacılar da bunun farkında. Geçen hafta CHP’nin Ankara’da düzenlediği Kıdem Tazminatı Çalıştayı’na ilişkin haberleri izlerken bunları düşündüm. Hak-İş Başkanının samimi itiraflarını, Türk-İş Başkanının konuşmasını takdir ettim. Umuyorum ki, eğer birgün kıdem tazminatına ilişkin ortaya söz değil de, gerçek bir taslak çıkarsa o gün Ankara’da Türkiye Barolar Birliği’nin salonunda söyledikleri sözlerin arkasında dururlar. Çünkü tarihinde sendikal yapıları aşarak ayağa defalarca kalkmış bir sınıf var. Dokunulmak istenen de sendikalı, sendikasız tüm işçi sınıfının ortak ve kazanılmış hakkı.
CEYLİNLER ÖLMESİN!
Yeter artık diye içimde çığlıklar yükseliyor. Yazmadan olmaz. Nereye gidiyoruz? Hergün bir çocuk tecavüzü ve cinayeti haberi alıyoruz. Bunu durdurmanın yolu kıdem tazminatı sorununu çözmekten daha kolay. Çocukları korumak, anne-babalardan önce devletin görevidir. Anne-baba evde çocuğu için güvenli bir ortamı sağlayabilir ama sokakları, okulları, gittikleri başka ortamları güvenli hale getirmek öncelikli devlet kurumlarının işi değil midir? Neden çocuk istirmarcılarına göz yumuluyor da en ağır cezalar verilmiyor? Geri kalmışlığın göstergesidir tüm bu yaşananlar. Sokakta oynayan çocuklarımızı korumak zorunda devlet. Doğru bulmasam da kuran kurslarına ya da dini eğitim veren kurumlara giden çocuklarımızı korumak zorunda devlet. İşçinin fıtratına sonradan zorunlu olarak yazdığınız ölümü, çocukların fıtratına da yazmayın!