Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
09 Ocak 2024
12 EYLÜL DARBESİ’NE DOĞRU TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU

1975-1980 döneminde Türkiye büyük ekonomik, toplumsal ve siyasi kargaşa yaşadı. Bu kargaşa işçi-işveren ilişkilerine de yansıdı.

12 EYLÜL DARBESİ’NE DOĞRU TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ

Kapitalizmin 1946-1973 döneminde yaşanan Altın Çağı’nın sona ermesinin ardından Türkiye ekonomisinde 1978-1983 yıllarında önemli bir kriz yaşandı. Türkiye 1977 yılında yeniden dış borçlarını ödeyemez duruma düştü. Piyasadan birçok mal çekildi. Birçok işletme, girdi ve enerji teminindeki sıkıntılar nedeniyle, çalışmayı durdurdu.

Sabit fiyatlarla GSMH 1978 yılında yüzde 1,2 oranında büyüdü; ancak 1979 yılında yüzde 0,5 ve 1980 yılında yüzde 2,8 oranında küçüldü. 1981, 1982 ve 1983 yıllarındaki büyüme hızı da, sırasıyla, yüzde 4,8 ve yüzde 3,1 ve yüzde 4,2 düzeyinde gerçekleşti. Sabit fiyatlarla kişi başına GSMH ise 1978 yılında yüzde 0,8, 1979 yılında yüzde 2,5 ve 1980 yılında yüzde 4,8 oranlarında küçüldü. Daha sonraki üç yılda küçük artışlar oldu. 1981 yılında yüzde 2,3, 1982 yılında yüzde 0,6 ve 1983 yılında da yüzde 1,7 oranlarında büyüme sağlandı.

Türkiye 1974 ve özellikle 1975 yılından itibaren ABD ile ciddi biçimde çatışan bir dış politika izlemeye başladı. Dış güçlerin provokasyonlarıyla Türkiye’de 1975 yılından itibaren siyasal cinayetler arttı. 1978 yılından itibaren de kitlesel katliamlar gündeme geldi. Türkiye bir iç savaşa sürüklendi. 12 Eylül 1979 ile 11 Eylül 1980 tarihleri arasında siyasi cinayetlerde 2677 vatandaş ve 135 güvenlik görevlisi öldürüldü ve 6784 kişi yaralandı.

Türkiye’nin petrol gereksinimi 1960’lı ve 1970’li yıllarda arttı. Döviz harcamalarının giderek artan bir bölümünü petrol alımı oluşturmaya başladı. 1972 yılında bir varil petrolün fiyatı 2,48 Dolardı. 1973 yılında 3,29 Dolara, 1974 yılında 11,58 Dolara yükseldi. 1978 yılında 14,02 Dolar olan fiyat 1979 yılında 31,61 Dolara ve 1980 yılında 36,83 Dolara çıktı. Ayrıca diğer ürünlerin ithalatında da artış yaşandı.

Bu gelişmeler Türkiye’nin toplam ithalatını ve döviz harcamalarını hızla artırdı. 1972 yılında 1,6 milyar Dolar olan ithalat, 1973 yılında 2,1 milyar Dolara, 1974 yılında 3,8 milyar Dolara, 1975 yılında 4,7 milyar Dolara, 1977 yılında da 5,8 milyar Dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1977 yılında yüzde 30 ve 1980 yılında yüzde 37 oldu.

ABD’nin uyguladığı ambargo ve yurtdışındaki işçilerin gönderdikleri paralardaki azalma da döviz sorununu büyüttü.

Döviz darboğazı, 1977 yılından itibaren temel tüketim mallarının piyasadan çekilmesine yol açtı. 1978-79 döneminde fuel-oil, kömür, gazyağı, kahve, margarin, sıvıyağ, ilaç, ampul, deterjan, röntgen filmi, sigara, gazete kâğıdı, oto yedek parçası sıkıntısı yaşandı, sık sık elektrik kesintisi uygulandı.

Bu süreç, Süleyman Demirel’in azınlık hükümetinin 24 Ocak 1980 kararlarını almasıyla son buldu. İthal ikameci sanayileşme modelinden, ihracata dönük sanayileşme modeline geçildi. Bu strateji değişikliği, işçi-işveren ilişkilerinde yeni bir döneme geçilmesine, ilişkilerin daha da sertleşmesine neden oldu.

Ancak sendikaların ve işçilerin 24 Ocak istikrar programı sonrasındaki uygulamalara tepkileri beklenenden büyük ve kitlesel oldu. 1981 yılında da milletvekili genel seçimleri yapılacaktı. İşçi eylemlerinin yükselmesi karşısında Süleyman Demirel politika değiştirerek 1980 yılı Ağustos ayından itibaren kamu kesiminde çok yüksek ücret zamları verilen toplu iş sözleşmelerinin imzalanmasını sağladı.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın araştırmasına (DPT Sosyal Planlama Başkanlığı, İşçi ve Memurlar İçin Altışar Aylık Ücret Endeksleri (1983-1987), DPT:2122-SPB:412, Ankara, 1988) göre, Türkiye geneli net işçi ücreti ortalaması 1975 yılında yüzde 5,4 oranında ve 1976 yılında yüzde 11,2 oranında arttı. 1977 yılında artış oranı yüzde 4,3 oldu. Türkiye geneli net işçi ücreti ortalaması 1978 yılında yüzde 11,2 oranında geriledi. Azalma oranı 1979 yılında yüzde 14,5 olarak gerçekleşti. 1980 yılında da yüzde 5,6’lık bir gerileme yaşandı. 1980 yılındaki ücret düzeyi, 1975 yılındaki ücret düzeyinin yüzde 83’ü kadardı.

DPT verilerine göre, kamu sektöründe 1978 yılında gerçekleşen yüzde 4,2’lik bir net gerçek ücret artışının ardından, 1979 yılında ücretlerde yüzde 12,6 ve 1980 yılında da yüzde 3,9 oranlarında bir düşme oldu. 1980 yılında kamu kesiminde net gerçek işçi ücreti, 1975 yılındaki düzeyin yüzde 1,0 üzerindeydi.

DPT araştırmasına göre, TİSK’e bağlı işveren örgütlerine üye işverenlerin işyerlerinde çalışan işçilerin net gerçek ücretleri 1978 yılında ekonomik krizle birlikte yüzde 17,8’lik ve 1979 yılında da yüzde 32,9’luk bir azalma yaşandı. 1980 yılında ise ücretler yüzde 9,6 oranında arttı. 1980 yılındaki ücretler, 1975 yılındaki düzeyin yüzde 81,4’ü kadardı.

Ekonomik krizin halkın siyasi tercihlerine yansıması, 1977 ve 1979 yıllarındaki kısmi Senato seçimlerinde görülmektedir.

1978-1979 yıllarında iktidarda CHP vardı. 5.1.1978-12.11.1979 döneminde Bülent Ecevit başbakandı. 5 Haziran 1977 tarihinde Cumhuriyet Senatosu’nun 50 üyesi için yapılan seçimlerde CHP oyların yüzde 42,4’ünü, AP ise yüzde 38,3’ünü aldı. 14 Ekim 1979 tarihinde Cumhuriyet Senatosu’nun 50 üyesi için yapılan seçimlerde CHP’nin oyları yüzde 29,1’e düştü, AP’nin oyları yüzde 46,8’e yükseldi.

TÜRK-İŞ’İN 16 HAZİRAN 1975 İZMİR GENEL GREVİ VE İŞVERENLER

 1975 yılında işçi-işveren ilişkilerinde bir sertleşme yaşandı.

İşverenlerin kurduğu Hür Teşebbüs Konseyi ve arkasından başlatılan lokavtlar da sendikalar açısından önemli bir tehdit oluşturuyordu. İzmir ve Turgutlu’da 14 Mayıs 1975 günü 22 işyerinde ve 31.5.1975 günü de 1 işyerinde lokavt başlatılmıştı. Bu lokavtlar ancak 28 Haziran 1975 günü sona erdi.

TÜRK-İŞ, Genel Başkan Halil Tunç döneminde işçi kurultaylarına başladı. 1975 yılı Mart ayında Ankara’da düzenlenen Birinci İşçi Kurultayı’ndan sonra, 3-4 Mayıs 1975 günleri Diyarbakır’da, 10-11 Mayıs 1975 günleri Samsun’da, 31 Mayıs – 1 Haziran 1975 günleri Sivas’ta ve 7-8 Haziran 1975 günleri de Eskişehir’de İşçi Kurultayları düzenledi.

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un, olumsuz gelişmeler nedeniyle genel grev yapılacağından söz etmesi üzerine, TİSK Başkanı Halit Narin, 27 Mart 1975 tarihli açıklamasında şunları söyledi:

“Hükümet bunalımı ve diğer çeşitli vesilelerle suç sayılan genel greve ilişkin tehditlerini bir süredir sık sık tekrarlayan Türk-İş Başkanı kanun ve nizamları çiğneme tecrübesine girişmiştir. Bu kanun dışı beyanlarına Devlet otoriteleri ve sorumlu mercilerin bugüne kadar anlaşılmaz derecede müsamahakâr davranmaları üzerine Türk-İş Başkanı son günlerde Anayasayı kendine göre tarif ve yorumlayarak, Anayasayı menfaatine göre değiştirme isteğini en bariz şekilde açıklamıştır. Bunun en sarih örneği Anayasa teminatı altında bulunan mülkiyet hakkına tecavüz olmuştur. Türkiye’deki en aşırı uçların dahi ifade edemediği bu çeşit saldırıları açıklamakla, Türk-İş Başkanı rejimi değiştirme gayreti içinde olduğunu da göstermiştir.”

TÜRK-İŞ Yönetim Kurulu ile bağlı Sendikaların Genel Başkanları 11 Haziran 1975 günü İzmir’de bir olağanüstü toplantı yapmaya karar verdiler. Halil Tunç’un bu konuda 10 Haziran 1975 günlü açıklaması şöyleydi:

“İşverenlerin son zamanlarda işçilere ve sendikalara karşı giriştikleri saldırı, İzmir toplantısının belli başlı konularından biridir. Bu arada, kıdem tazminatı tasarısını kuşa çevirmek isteyen tutuma da İzmir toplantısı gerekli cevabı verecektir. Türk işçisi haklarını almada gösterdiği çabanın da üstünde, haklarını korumada kararlıdır. Gerek işverenlerin işçileri sindirmek için giriştikleri saldırı lokavtları, gerekse işverenlerin telkini ile Parlamentonun kıdem tazminatında işçi aleyhine hüküm getirme eğilimleri başarıya ulaşamayacaktır. Bu arada işçiyi memur yapma zihniyetine karşı da Türk işçisi gerekli cevabı verecektir.” (TÜRK-İŞ Haber Bülteni, 10.6.1975)

Halil Tunç 11 Haziran 1975 günkü toplantıyı açarken yaptığı konuşmada bir süre önce tekstil işkolunda ve o günlerde de toprak sanayii işyerlerinde uygulanan lokavtlara değindi ve “gelecekte toplu iş sözleşmeleri yapılırken bu tür davranışlarla karşılaşılacağından endişe duyulduğunu,” belirtti. (Milliyet Gazetesi, 12.6.1975)

Halil Tunç şunları söyledi:

“Saat 06’dan 14’e kadar devam edecek bu uyarı direnişinde, İzmir’de hayat duracaktır. Ölü defni ve itfaiyenin haricinde hiçbir hizmet yapılmayacaktır. (…) 1975 Türkiye’sinde çağdışı kalması gereken lokavt yasadışı olmalı ve son günlerde işverenlerce yoğunlaştırılan saldırı lokavtları durdurulmalıdır. İşçi-memur ayırımına, işçi yararına bir çözüm yolu getirilmelidir. Dernekler Kanunu da değiştirilmelidir. Asgari ücretten vergi alınmamalıdır. Kıdem tazminatı Meclis Komisyonunca kabul edilen şekliyle değil, TÜRK-İŞ’in önerdiği bir biçimde olmalıdır. Kıdem tazminatlarının bir fonda toplanması, işçi kesiminde kuşkuyla karşılanmaktadır. İşçi emekli aylıkları, günün koşullarına göre ayarlanmalıdır. Belediyelerde çalışan işçilerin aylıkları zamanında ödenmeli ve bu işçilerin sosyal hakları da verilmelidir. (…) Yarım günlük greve İzmir’deki bütün işçiler katılacaktır. İşçiler işyerlerine gelecek ve tezgah başında işlerini bırakacaklardır. Direniş sırasında gösteri ve toplantı olmayacak, tam bir disiplin içinde hareket edilecektir. İzmirlinin yarım gün hayatının durmasıyla karşılaşacağı güçlüklere anlayış göstereceğini tahmin ederim.” (Cumhuriyet Gazetesi ve Milliyet Gazetesi, 13.6.1975)

Türk-İş’in genel grev girişimine işverenlerin tepkileri de hemen başladı. TİSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili Refik Baydur, TÜRK-İŞ’in eyleminin kanunsuz olduğunu iddia etti ve Başbakan Demirel’e çektiği telgrafta, “hukukun ve devlet otoritesinin derhal harekete geçirilmesini” istedi. (Milliyet Gazetesi, 13.6.1975)

TİSK Genel Başkanı Halit Narin ise, 13 Haziran 1975 günü yaptığı açıklamasında, söylemini sertleştirdi:

“Devlete ve rejime karşı çıkmak anlamına gelen bir genel greve, idare organlarının ve rejim sorumlularının sessiz kalacağını tahmin etmiyoruz.(…) Kanun dışı olayların devlet otoritesi tarafından önceden müdahale edilerek kesin olarak önlenmesi şarttır.(…) Genel grevi amaçlayanlar, demokratik rejimi değiştirmeyi ve devleti yıkmayı düşünenlerdir. İkinci bir 16 Haziran olayı ile işçi ihtilalinin yeni bir provasını bu sefer TÜRK-İŞ yapmak istemektedir.(…) Bu kanunsuz uygulamaya geçilmesi halinde işverenler kanuni haklarını kullanarak cevap vereceklerdir.” (Milliyet Gazetesi, 14.6.1975)

İzmir eyleminden doğrudan etkilenecek olan Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Şinasi Ertan da, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere ilgili tüm yerlere başvurduklarını söyledi. (Cumhuriyet Gazetesi, 14.6.1975)

TİSK Başkan Vekili Refik Baydur, 14 Haziran günü yaptığı açıklamada, genel greve katılan işçilerin çalışmadıkları süreye ait ücretlerinin kesileceğini, ayrıca hafta tatili ücretlerinin de İş Yasası gereği ödenmeyeceğini söyledi, iş akitlerinin ihbarsız ve tazminatsız feshedilebileceğini bildirdi ve “kanunsuz hareketlere katılması yüzünden işçilerin bu müeyyidelerden biriyle her an karşılaşabileceklerini düşünerek suç işlemekten kaçınacaklarını ve kendi huzurları demek olan işyeri huzurunu bozmayacaklarını ümit etmekteyiz,” dedi. (Cumhuriyet Gazetesi, 15.6.1975)

TİSK Başkan Vekili Refik Baydur tazminat davasını da gündeme getirdi: “İşyerlerimizin ve ülkemizin bu davranışla uğrayacağı maddi ve manevi zararlar da bu kanunsuz greve karar verenler ve uygulayanlardan ayrıca istenebilir.” (Milliyet Gazetesi, 15.6.1975)

TİSK 15 Haziran 1975 günü İzmir gazetelerinde yayınlanan ilanlarda işçileri uyardı: İlan metni şöyleydi:

“İşçi arkadaş, 16 Haziran Pazartesi günü İzmir’de yapılacağı TÜRK-İŞ tarafından ilan edilen davranış bir genel grevdir ve kanunlarımıza göre suçtur. Kanunsuz böyle bir greve karar verenler, teşvik edenler ve bu greve katılanlar Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’na göre suç işlemiş olurlar. İşçi arkadaş, kanunsuz harekete katılman sebebiyle yasal müeyyidelerle karşılaşabileceğini düşünerek suç işlemekten kaçınacağını ve işyerlerindeki çalışma huzurunu bozmayacağını ümit ediyoruz.” (Milliyet Gazetesi, 16.6.1975)

Türk-İş 16 Haziran 1975 günü İzmir’de genel grev uyguladı. Türk-İş Genel Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu üyesi Halil Tunç’un İzmir’de elektrik enerjisi dağıtım merkezinde şalteri indirmesiyle başlayan direniş Ege Bölgesi’nde işletmelerde üretimin büyük ölçüde aksamasına yol açtı.

Ege Bölgesi Sanayi Odası eylem sonrasında 16 Haziran 1975 genel greviyle ilgili bir anket düzenledi. Bu anketin sonuçları bir süre sonra yayınlandı. (Bu anketin sonuçları, TÜRK-İŞ’in 19.12.1975 gün ve 75/5788-29 sayılı genelgesi ekindedir.) Bu anketin sonuçlarına göre, İzmir’de imalat sanayiinde işveren sendikalarına üye 90 işletmede 24.300 işçi çalışıyordu. İzmir’de imalat sanayiinde çalışan tüm işçilerin sayısı ise 70 bindi. İmalat sanayiindeki 70 bin işçinin 36 bini sendika üyesiydi, 34 bini sendikasızdı. Sendikalı işçilerin 30 bini TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara, 4.576’sı DİSK’e bağlı sendikalara ve 1361’i de bağımsız sendikalara üyeydi.

Yalnızca imalat sanayiini kapsayan anketin sonuçlarına göre, 216 şirketin elektriği kesilirken, 17 şirketin elektriği kesilmedi. 4 şirketin elektriği 11:20’de geldi. 233 şirketin 203’ünde üretim durdu, ancak bakım ve temizlik işleri yapıldı. 30 şirkette ise hiç çalışma yapılmadı. İzmir’de imalat sanayiinde çalışan 70 bin işçinin 15.907’si genel greve tam olarak katıldı. 54.093 işçi ise bakım ve temizlik işleri yaptı. Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın tahminine göre, “İzmir’de TÜRK-İŞ’e bağlı işçilerin % 49’u greve katılmadı.” Anket sonuçlarına göre, genel grevden kaynaklanan üretim kaybı 17,5 milyon lira oldu. Üretim yapılmamasına karşın 5,7 milyon lira ücret ödendi. Bu nedenle, sanayiciler, bölgesel genel grev nedeniyle toplam kayıplarının 23,1 milyon lira olduğu ileri sürdüler.

16 Haziran Emeğe Saygı Direnişi’nin gerçekleşmesinin ardından, İzmirli işadamları, 18 Haziran 1975 günü bu direnişi protesto etmek amacıyla bir sessiz yürüyüş yaptılar ve Cumhuriyet Alanına giderek, “devlete, kanunlara ve vatandaşlara saygı istiyoruz, saygısızları kınıyoruz” yazılı bir çelenk bıraktılar. (Cumhuriyet Gazetesi ve Milliyet Gazetesi, 19.6.1975)

TİSK Genel Başkanı Halit Narin, genel grevi Patrona Halil isyanına benzetti ve İzmir Valisinin görevden alınmasını, Halil Tunç’un dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. (Milliyet Gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesi, 20.6.1975)

Adana Sanayi Odası ve Türkiye Sanayi Odaları Başkanlık divanı Başkanı Sakıp Sabancı da, Halil Tunç’u kanundışı genel grev yapmakla ve işçileri buna zorlamakla suçladı. (Son Havadis Gazetesi, 22.6.1975)

Türk-İş’in 16 Haziran 1975 eylemi TİSK’in 1976 yılında toplanan 11. Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda şu şekilde değerlendirildi:

“Geçtiğimiz dönem içinde bütün Türk Milletinin izlediği gibi, Hükümetin ve İşveren Camiasının iyi niyetli gayretlerine rağmen, uyarı direnişi adı altında kanunlarımızın yasakladığı genel grev uygulamasına başvurulmuştur. (…) Bunların başında, gerçek amacı dahi belli olmayan 16 Haziran 1975 günü İzmir’de 6 saat süreyle uygulanan genel grev denemesi gelmektedir. Türk-İş tarafından önceden yapılacağı ilan edilen bu yasa dışı hareketle aynı anda birden fazla suç işlenmiştir. Parlamentoyu kendi istekleri istikametinde kanun çıkarmaya zorlamak ve bu maksatla kanunlarımızca cezalandırılan genel greve başvurmak, elektrik, su ve gaz işlerinde yasaklanmış olmasına rağmen grev uygulamak, ayrı ayrı suçlar oluşturmaktadır. Böylesine çok yönlü suç teşkil eden bir eyleme Hükümetin, mülki amirlerin ve zabıtanın seyirci kalması da olayın esef verici bir başka yönünü teşkil etmiştir. Hukuk Devleti ilkesine saygılı bütün milli kuruluşlar nezdinde ve kamuoyunda mahkum olan bu genel grev hareketi, Camiamızca açılan dava üzerinde İzmir 2. İş Mahkemesince kanun dışı olarak karara bağlanmış ve Yargıtayca da bu karar onanmak suretiyle kesinleşmiştir.” (TİSK, 11. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Nisan 1976, Ankara, 1976;76)

Bu eylem ve DİSK’in DGM Direnişi, 1978 yılında yapılan 12. Genel Kurul’a sunulan Çalışma Raporu’nda da aşağıdaki şekilde değerlendirildi:

“16 Haziran 1975 günü İzmir’de Türk-İş tarafından uyarı direnişi adıyla başvurulan Genel Grev denemesi mahkemeler ve Yargıtay tarafından kanunsuz grev sayılıp tertip ve teşvikçilerine hapis ve ağır para cezaları verildiği halde, bu dönem içinde de bu gibi kanunsuz grevlere başvurulmuştur.

“Anayasamızın 136. maddesi emri gereği çıkarılan ancak biçim yönünden Anayasa Mahkemesince iptal edildiği için tekrar Meclis’e sunulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı DİSK’e bağlı rejim aleyhtarı bir kısım sendikacıları tedirgin etmiş ve bu tasarının Meclislerimizde görüşülmesini ve kanunlaşmasını engellemek amacıyla yasa dışı bir genel grev başlatılmıştır.

“16 Eylül 1976 günü DİSK tarafından çeşitli işkollarındaki üye işyerlerimizde uygulanan bu direniş yasa dışı grev olduğundan teşvikçileri ve iştirakçileri aleyhine kamu davası açılmış bulunmaktadır.

“Diğer taraftan bu kanunsuz eylem Konfederasyonumuzca baştan sona yakından izlenmiş, her türlü caydırıcı girişimlerde bulunulmuştur. Özellikle greve katılan işçiler basın ve TRT kanalıyla defalarca uyarılmaya çalışılmış ve böyle kanunsuz bir greve iştirakin müeyyideleri detaylı bir şekilde açıklanmıştır.

“Anayasanın bir emri olduğu sürece hangi Hükümet zamanında olursa olsun tekrar çıkarılması gereken Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu dolayısı ile girişilen bu yasa dışı hareket, karar alanların, teşvik edenlerin veya katılanların ceza görmelerinden ve işsiz kalmalarından başka bir işe yaramamıştır.” (TİSK,1978;14)

TİSK’İN 12. GENEL KURULU, NİSAN 1978

TİSK’in 12. Genel Kurulu 1978 yılı Nisan ayında toplandı. Genel Kurul’a sunulan Çalışma Raporu’nda ülkedeki gelişmeler şu şekilde değerlendiriliyordu:

“Geçtiğimiz dönemde çalışma hayatında sorumsuz işçi sendikacılığının bütün şiddeti ile devam etmesi, işçiye hak ve menfaat sağlamaktan ziyade ideolojik emellere dayalı grevlerin yoğunlaştırılması ve iki üst işçi kuruluşu tarafından yaralarımıza göre açıkça suç olduğu bilinen ve bu niteliği yargı organları kararlarıyla kesinleşen genel grev tehditlerinde bulunulması veya uygulanması ülkemiz için devlete, rejime ve hukuka saygının azaldığını gösteren bir başka talihsizlik olmuştur.” (TİSK, 12. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Nisan 1978, TİSK Yay.No.41, Ankara, 1978;12)

“İşçi sendikalarının siyasi partilerle olan ilişkisi organik bir düzeye erişmiş, bunun sonucu olarak sendikaların siyasi partileri hangi şartlar ve hangi ödünler karşısında destekleyeceğinin pazarlığı yapılmıştır. Ülkemiz uygulamasında sendikacıların siyasetle uğraşmaları yanında siyasi parti yöneticilerinin de sendikacılık yapma eğiliminde oldukları görülmüştür

“Hatta çeşitli siyasi partilerin görüş ve paralelinde işçi sendikalarının suni bir şekilde çoğalması ve aynı paraleldeki değişik üst kuruluşları (Konfederasyonlar) oluşturması sendikalarla siyasi partilerin ne ölçüde iç içe olduklarını gösteren açık bir örnektir. Bu bölünme ve çoğalma esasen mevcut sendika enflasyonunu daha da arttıran, rekabeti şiddetlendiren ve toplu iş sözleşmesi sistemini yozlaştıran bir sonuç ortaya çıkarmıştır. (…)

“Yine dernek niteliğindeki yeni pek çok kuruluş dernek adı altında düpedüz politik ve ideolojik düzenli örgüt mücadelesi yapmaktadır. Bu çeşit dernekler her açık hava toplantısının, her grevin yanında, hatta içinde bulunmaktadır. Genellikle kuruluş amacını aşan, toplumsal sorunları yoğunlaştıran ve topluma karşı suç işleyen bu dernekler bazı sendikaların maddi ve manevi desteğinin gücü ile ayakta kalabilmekte ve bazı siyasi partilerin yan kuruluşu haline düşmekten kurtulamamaktadır.” (TİSK,1978;13)

İşçi-işveren ilişkilerinin gerginleşmesi ve özellikle 1977 yılında bazı işkollarındaki yaygın grevlerin ardından, TİSK bünyesinde bir merkezi dayanışma fonunun kurulması gündeme geldi. Çalışma Raporu’nda bu konudaki gelişme aşağıdaki biçimde ele alınmaktaydı:

“Merkezi Dayanışma Fonu

“Geçtiğimiz dönem içinde 23 Mart 1977 günü Konfederasyon Genel Kurulu münhasıran Konfederasyon nezdinde bir Merkezi Dayanışma Fonu kurulması hususunu görüşün karara bağlamak üzere Ankara’da olağanüstü toplandı.

“Ülkemizde sendikal alanda giderek büyüyen menfi gelişmeler, özetle uzlaşmaz sendikacılık anlayışıyla toplu sözleşmelerde yapılan aşırı talepler veya aşırı rekabet ve ideolojik çekişmeler yüzünden uzayan grevler karşısında, işverenlerin dayanma güçlerini arttırmak ve işverenlerin birlikte hareket etmelerine yardımcı olmak amacıyla başlatılan merkezi bir fon kurulması çalışmaları Konfederasyonun diğer yetki organlarında olgunlaştırılıp tamamlandıktan sonra Genel Kurul’a arz edilmiştir.” (s.18)

“Genel Kurulda teklif uygun görülerek, Fonun işlerliğini sağlayan bir yönetmelik kabul edilmiştir.

“Merkezi Dayanışma Fonu Yönetmeliğinin 1 nci maddesi ‘İşçi Sendikalarının toplu sözleşme taleplerini dengelemek, kanuni grevlerde ve lokavtlarda işverenlerin dayanma güçlerini artırmak ve işverenlerin birlikte hareket etmelerine yardımcı olmak amacıyla Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu nezdinde Merkezi Dayanışma Fonu kurulmuştur’ hükmünü getirmek suretiyle fonun amacını ortaya koymuştur.

“Özel sektör işveren sendikaları için mecburi, kamu işveren sendikaları için ihtiyari üyelik esasına dayanan Fon, üye işletmelerde çalışan işçi sayısına göre ve aylık hesabı ile alınan aidattan oluşmakta ve grev veya lokavt uygulanan işyerlerine aynı kıstas üzerinden ve fakat günlük hesabı ile yardım yapmaktadır.

“Fonun, işverenlerin grev veya lokavt nedeniyle uğradıkları maddi zararı hafifletmek fonksiyonu yanında, Yönetmelikte Konfederasyon Yönetim Kurulunca kabul edilen prensiplere aykırı hareket eden üyelere yardım yapılmayacağı esası getirildiğinden, işverenlerin belirli prensiplere dayalı ve bir örnek hareket etmelerine da yardım olacağı muhakkaktır.

“Sendikalarımızca halen kurulmuş olan münferit grev ve lokavt fonları ile Merkezi Dayanışma Fonunun ileride irtibatlandırılması da Konfederasyonun hedefleri arasında yer almıştır.” (TİSK,1978;19)

TİSK’in çalışma yaşamına ilişkin taleplerinin bir bölümü de, Çalışma Raporu’nda yer aldığı biçimiyle, aşağıda sunulmaktadır:

“İşçi sendikaları grevdeki üyelerine ödeme yapmak mecburiyetinde olmalıdır. (…) Bizim mevzuatımızda greve karar veren ve bunu uygulayan sendikaların grevdeki işçilerine ücret ödemesini zorunlu kılan herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu boşluktan yararlanan işçi sendikaları aylarca grevci işçiye bir kuruş ödeme yapmaksızın işçileri açlığa ve sefalete itmektedirler. (…) Grevci işçilere herhangi bir ödeme yapmamanın başlıca iki nedeni bulunmaktadır. Biri işçileri zaruret halinde bırakmak suretiyle ideolojik amaçlara alet edebilmek, diğeri de toplanan aidatların nerelere sarf edildiği bilinemediği için ödeme imkânının bulunmayışıdır.

“Konfederasyonumuza göre bu durumun düzeltilebilmesi için çalışma barışı adalet esaslarına dayandırılmalıdır. Bu amaçla sendikaların grev kararı verdikleri ve uyguladıkları işyerlerinde greve katılan üyelerine net ücretlerinin yürürlükteki asgari ücretten az olmamak kaydıyla önemli bir bölümünü grev süresince ödemek mecburiyeti getirilmelidir. Böyle bir zorunluluk bulunmadığı takdirde grevler, çalışma barışından öte sosyal barışı tehdit eden olaylar haline dönüşecektir. Böyle bir mecburiyet Anayasa’daki eşitlik ve sosyal adalet kavramlarına da uygun düşen bir uygulama olacaktır. Ancak o zaman işçi sendikaları bir grevin hem maddi hem manevi sonuçlarını omuzlamış olacaklardır ki gerçek sorumluluk o anda ortaya çıkacak demektir.” (TİSK,1978;32-33)

“Günümüzde Türk Sendikacılığının ulaştığı ekonomik ve sosyal gelişme karşısında check-off, muhafazası gereken bir sistem olmamalıdır. Başka bir deyimle, yasal bir mecburiyet olmaktan çıkarılmalıdır.” (TİSK,1978;33)

“Buna göre, ilgili yasamızda yapılması gerekecek değişiklikle ön planda tutulması gereken temel esaslar şunlar olmalıdır: Üyelik aidatlarının bir tavanla sınırlandırılması fikri benimsenmelidir. Getirilecek bu tavanla, üyelerin sendikalarına ödeyecekleri aidatın miktarı ayda yasal asgari ücretin bir günlük tutarını aşmamalıdır. (…) Üyelik aidatı ile dayanışma aidatının işverence kesilerek sendikaya verilebilmesi için işçinin yazılı muvafakatinin bulunması şartı aranmalıdır. (…) Federasyon ve konfederasyon gibi üst sendikal kuruluşlar check-off dışında tutulmalıdır.” (TİSK,1978;34-35)

TİSK, ayrıca, “sendika enflasyonunun önlenmesi”, “grevlerin ideoloik amaçlı olmasının önlenmesi” ve “grevlerin ekonomik sonuçlarının ağırlaşmasının önlenmesi”ni de talep etti (TİSK,1978;35-36)

TİSK 1 Ocak 1976 tarihinde UNICE’ye (Avrupa Endüstriyel ve İşveren Konfederasyonları Birliği)  üye oldu. Ayrıca, TİSK’ten bir heyet NATO’nun Brüksel’deki merkezinde düzenlenen bir tetkik gezisine katıldı: “NATO Tetkik Gezisi. NATO’yu Brüksel’deki Merkezinde ziyaret etmek ve NATO ile ilgili en son bilgileri aktarmak amacıyla 7-8 Mart 1977 tarihinde işverenler için düzenlenen bir tetkik seyahatine Yürütme Komitesi üyeleri ile Konfederasyonumuz ve Sendikalarımız temsilcileri katılmışlardır.” (TİSK,1978;61-62)

TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin, 21 Ocak 1978 tarihinde toplanan Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada aşağıdaki konulara değindi:

“Geride bıraktığımız yıl grev dolayısıyla kaybolan işgünü sayısı Konfederasyonumuz üyelerinden sadece 51 işyeri için 3 milyon 10 bine ulaşmıştır. Bu rakam bugüne kadar ülkemizde asla rastlanmayan ölçüde rekor bir seviye arz etmektedir ve geçmiş yıllar içinde ülke çapındaki en yüksek rakamın en az üç misli fazladır.

“Ne yazık ki milli ekonomimizin bir daha telafi edilemeyecek şekilde bu işgünlerini kaybetmesine sebep olan grevlerin büyük çoğunluğu, işçiye hak ve menfaat sağlamak yerine profesyonel sendikacıların ve onların militanlarının siyasi emellerine alet edilmek amacı ile sürdürülmektedir. Bu grevlerdeki işçiler kendilerine sendikaca yeterli bir ödeme yapılmayarak, hakları savunulmak şöyle dursun, açlık ve sefaletin kucağına itilmişlerdir.

“Esasen günün elverişsiz şartları içinde enerji ve döviz yetersizliği gibi bir çok güçlüğü göğüslemek durumunda bulunan genç Türk Ekonomisi büyük bir sorumsuzlukla ve adeta düşmanca yapılan bu grevlerden asla hak etmediği yaralar almıştır. Neticede, yalnız hür teşebbüs değil, Ülkemizin ekonomik gelişmesi, Türk tüketicisi de büyük zarar görmüş, Devletimiz de hem muhtasar hem yıllık beyannameler yönünden gelir kaybetmiştir.

“Bunlar yetmiyormuş gibi, üst işçi kuruluşlarınca kanunlarımıza göre açıkça suç olan genel grevler uygulanmakta veya tehditleri savrulmaktadır. İşyerlerimizde işgal, boykot, işin yavaşlatılması gibi diğer kanunsuz olaylar Devlet otoritesini hiçe sayan ve tahammül hududumuzu aşan bir şekilde devam etmektedir.

“Hal böyle iken, yeni Hükümet Programında ‘Lokavtın kötüye kullanılmasını önleyici çalışmalar yapılacağı’ ibaresini hayretle görüyor, grevler hakkında hiçbir şey söylenmediğini ibretle izliyoruz.

“Altını çizerek belirtmek isterim ki, kötüye kullanılan hak lokavt değil, grevdir. Hükümetin asıl yasa dışı grevlerle, sorumsuz grevlerle, ideolojik grevlerle savaşması ve bunları kesinlikle önlemesi gerekir. Tek yanlı ve kasıtlı tutumlarla bu ülkeye hizmet edilemez, çalışma barışı kurulamaz, ekonomik gelişme sağlanamaz, refah yaygınlaştırılamaz. Bu gerçeği artık herkesin ülke yararına değerlendirmesi, görmesi ve davranışlarını ona göre düzenlemesi zamanı gelmiş ve geçmektedir.

“Yine Hükümet Programında hem İşsizlik Sigortasının kurulacağı söylenmekte hem de kıdem tazminatının küçük işletmelerde de uygulanacak biçimde düzenleneceği ifade edilmektedir.

“Oysa, İş Kanunumuza kıdem tazminatı ülkemizde henüz işsizlik sigortası olmadığı için konulmuştur. Bugün bir işçi için ödenmesi gereken kıdem tazminatının bazı işkollarında bazen 1 milyon TL’ye ulaştığı düşünülürse, sorunun büyüklüğü anlaşılacaktır. Vergi hukuku bakımından gider dahi yazılamayan fahiş kıdem tazminatlarını ödeyen işverenleri de mazur göremeyiz.

“O halde, işsizlik sigortasının kurulmasını öngören Hükümet Programında kıdem tazminatının kaldırılması zarureti yer almalı idi. Aksi durum, İş Kanunundaki gerekçeye aykırı düştüğü gibi, henüz gelişmekte olan ekonomimizin esasen taşıyamadığı kıdem tazminatı külfetine bir de işsizlik sigortayı yükünü eklemek anlamını taşımaktadır.

“Yine Hükümet Programında referandumun yasalaştırılacağı ifadesine yer verilmiş bulunmaktadır. Derhal belirtmek isterim ki bu da ülkemizde çalışma barışının kurulmasını daha da güçleştirecek fevkalade mahzurlu bir davranıştır. Çünkü, referandum kamu ve özel sektör işyerlerimizi işçi sendikalarının çekişme ve çatışma alanı haline getirecek ve yapılacak toplu sözleşme bakımından bir nevi açık arttırmaya çıkaracaktır.

“Türkiyemiz böyle bir çalışma ortamında, işveren-işçi ilişkilerinin bu kadar zorlandığı bir atmosferde, bir adım dahi ileri gidemez.

“Ücret ve sosyal yardımların hiçbir objektif kıstasa ve genel bir ücret politikasına dayanmaksızın başıboş bir şekilde oluştuğu, yüzde 83 zamla kurulacak yeni sanayii şimdiden ipotek altına alan asgari ücret tespitlerinin fütursuzca yapıldığı ülkemiz mutlu yarınlara kolay kolay kavuşamaz.

“Yeni Hükümetten çalışma hayatında büyük aksaklıklar doğuran bu gibi sakınca ve uygulamalarına son vermesini bekliyoruz.” (TİSK, 8 sayfalık çoğaltma metin)

DİĞER HABERLER
BARRY CALLEBAUT’TA TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI
BARRY CALLEBAUT’TA TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI

Sendikamız ile Barry Callebaut Türkiye arasında şubat ayında başlayan yeni dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlandı.

YOKSULLUK SINIRI 58.205 LİRA
YOKSULLUK SINIRI 58.205 LİRA

Açlık sınırı 19 bin 980 lira ile asgari ücreti 2.978 lira astı.

YÜKSEK FAİZ GELİR ADALETSİZLİĞİNİ BÜYÜTÜYOR
YÜKSEK FAİZ GELİR ADALETSİZLİĞİNİ BÜYÜTÜYOR

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, yüksek faize dayanan bir politikanın ‘gelir ve servet adaletsizliğini derinleştireceğine’ dikkat çekti.

İŞÇİ SINIFLARI ENTERNASYONALİST DEĞİL, MİLLİYETÇİDİR
İŞÇİ SINIFLARI ENTERNASYONALİST DEĞİL, MİLLİYETÇİDİR

1 Mayıs, “işçi sınıflarının uluslararası düzeyde birlik, dayanışma ve mücadele günü”dür.