1 Mayıs’ı geride bırakırken biz gazeteciler hep kalan tortuya bakarız. Miting alanlarında işçilerin en çok haykırdığı sloganlar, kıdem tazminatı, ekonomik kriz ve emeklilikte yaş engeliydi. Bu seneki 1 Mayıs, tam da hükümetin kıdem tazminatını fon formülü ile yeniden gündeme getirdiği sürece denk geldi. Zaten ekonomik kriz yüzünden alım gücü düşen, emekli olmak için prim gün sayısını doldursa bile yaşı beklemek zorunda kalan işçi, üstüne bir de kıdem tazminatından olmayla karşı karşıya kalınca alanlara çıktı. Eğer konfederasyonlar mitingde birleşebilseydi ve İstanbul merkez kabul edilseydi katılım tarihe geçecek sayıda olacaktı.
Türk-İş’in tercihi olan Kocaeli, işçi kenti diye bakıldığında kulağa doğruymuş gibi geliyor ancak, 1 Mayıs sadece otobüslerle taşınan sendikalı işçinin değil, aynı zamanda sendikasız işçinin de bayramı. Kaldı ki, sendikalı olsa da otobüslerle gelemeyecek ya da gelmeyecek işçiler de var. DİSK’in 1 Mayısları ise adres neresi olursa olsun işçinin değil, örgütlerin tercihi oluyor. DİSK bu yapısını değiştirmedikçe 1 Mayısları hep işçisiz kutlayacak.
Her yıl 1 Mayıs başka alanlarda kutlanacak diye bir kural olabilir mi? 1 yıl başka bir şehir seçilmişse o şehrin tüm ülke için bir önemi vardır ve o yüzden o şehirde miting yapılabilir. Her sene başka bir şehir seçmek, İstanbul’un sınıf hareketindeki belirleyici olma etkisini kırmaktan başka anlam ifade etmez. Sınıf hareketini izleyenler bilir; İstanbul’daki sendikaların ve şubelerin yapısı Ankara ve İzmir’den farklıdır. Ankara bürokrasi, İzmir ise keyfiliğin hüküm sürdüğü bir yapıdadır. Oysa her dönem İstanbul sendikaları ilk ve en güçlü tepkiyi vermişlerdir. O yüzden de tarihe baktığınız zaman en büyük eylemler hep İstanbul merkezlidir. Taksim yasağının gelmesi de bu sebeptendir. İşçiye uzak şehirleri seçmek çok da işe yaramayacaktır. Çünkü süreç işçiyi fabrikalara kapatma ya da tatil yapmaya değil, alanlara çıkmaya doğru gidiyor. 1 Mayıs’ta verilecek mesajlar çok önemli ve elbetteki alan tartışmalarına kurban edilemez ama bir şehrin işçi sınıfı için anlamını da değiştiremez.
Bu yıl seçilen alanlar konfederasyonların duruşunu da ortaya koydu, bir o kadar da kimlerle olduklarını. Bazı konfederasyonlar kendi sınıf örgütleriyle değil, ya hükümetle ya da örgütçüklerle yan yana geldiler. Hak-İş bunların içinde en göze batanıydı. 1 Mayıs’ın ruhundan, sınıf bilincinden zerre kadar anlamadığını ya da umurunda olmadığını bir kere daha gösterdi. Şanlıurfa’da 1 Mayıs kutlama kararının nasıl bir gerekçesi olabilir, işçi yoğunluğu nedir ve işçiyi uzun yollarda seyahat ettirerek, işkence çektirmenin mantığı nedir? 1 Mayıs mitingine giderken trafik kazasında hayatını kaybeden işçilere rahmet ailelerine baş sağlığı diliyoruz. O işçilerin can güvenlikleri de, işçileri oralara taşıyanların sorumluluğundadır. İşçi işe giderken kaza geçirdiğinde nasıl ki iş kazası, iş cinayeti sayılıyor, 1 Mayıs’a toplu olarak taşınırken geçirilen kaza da, tertipleyenlerin sorumluluğudur. Ama eğer sizin kıbleniz işçiye değil, hükümete dönükse bunlar sizin için basit yol kazalarıdır, bu işin fıtratında vardır.
Ama bozuk olan sadece burası değil ki. Hak-İş’in işçi sendikası olması bence mümkün değil. İşçilerin haklarına yönelik en küçük saldırıda sendikalara yüklenen ama kendi kılını kıpırdatmayan bir kısım işçide de sorun var. Hak-İş gibi kıdem tazminatını sadece paradan ibaret gören ve hükümetin önündeki tüm dikenleri temizlemeyi kendisine görev edinmiş bir konfederasyona bağlı sendikalara neden üye olurlar, anlamış değilim. Baskılar belki bir noktaya kadar etkilidir ancak birlikte hareket eden işçiye karşı hiçbir baskının da işlemeyeceğinin pekçok örneği vardır.