Geçen ay koltuklar kirlenmesin diye ayakta seyahat eden maden işçileri medyanın ilgi odağı oldu. Necip milletimiz olayı güzide medyamızın gazete sayfalarında okudu, otobüs kamerasının gözüyle televizyon ekranlarından izledi. Herkes işçilerin nezaketine, inceliğine hayran oldu. Zonguldak ilinin Kilimli ilçesinde çalışan maden işçilerini sevdiler, köşe yazarları bu işçi kardeşlerimizi övdüler. Sosyalistler bile gazete ve dergilerinde duygu dolu ifadelerle bu habere yer verdiler.
On yıldır yeraltında kazma sallayan 38 yaşında bir maden işçisi, kendisiyle yapılan mülakatta, “Sevindim,” dedi, “insanlar bizi sahiplendi. Hakkımızda güzel yorumlar da geldi. Maden işçisi her zaman yaptığı işlerle örnek davranışta bulunuyor. Herkes bizi arayarak tebrik ediyor” (NTV Türkiye, 24.09.17).
Bu kadar da değil. İşçi kardeşlerimiz her gün ATV ekranlarında yayımlanan Müge Anlı’nın “Tatlı Sert” adlı magazin programının konuğu oldular. “Koltuklar kirlenmesin…” diye başlayan cümlelerle bir kez de orada övüldüler. Herkes acıdı, duygulandı.
Bunca rezaletin, rüşvetin, en ağır sömürü koşullarının hüküm sürdüğü, odalar dolusu paraların kamyonetlere yüklenip kayıplara karıştığı, türedi milyoner inşaatçıların “milletin … koyduğu,” yüz binlerce işçinin sigortasız çalıştığı, taşeron işçiliğin neredeyse kural hâline geldiği bir ülkede burjuva basını ideal işçiyi bulunca fırsatı kaçırmadı, onu bir prototip olarak tanıttı. Onlar karıncaezmez ideal işçiler, düzenin arzuladığı örnek emekçiler. Bundan sonra başka işçileri sahipsiz bir sokak kedisini beslerken, yaşlı bir teyzeyi yolun karşısına geçirirken ya da kaybolmuş bir kuzuyu severken görebiliriz.
O maden işçilerinden biri olsaydım koltuklara özellikle oturur, hatta yan gelip yatardım, yurttaşlar her gün kendi evime taşıdığım kömür karasını yakından tanısınlar, paylaşsınlar diye. Hatta parmaklarımı en yağlı kömür tozuna bulayıp, bu otobüsten madenci geçmiş, desinler diye…
Neyse, uzatmayalım… Elbette böyle bir davranış çağın ruhuna uygun olmazdı, hatta medya “psikopatlar koltukları kasten kirlettiler” diye manşet atardı. Acaba atar mıydı, yoksa “azdırmayalım” diye görmezden mi gelirdi, emin değilim. Fakat bu temiz maden işçisi öykülerini okudukça, eskilerin deyimiyle bir tür “sınıf kini”ne kapılmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Soma’da yaralanan işçi de sedyeye yatırılırken, “Çizmelerimi çıkarayım ağbi, kirlenmesin,” dediği için alkışlarla yüceltilmiş, hatta Soma Müftülüğü tarafından umre’yle ödüllendirilmişti. 2015’te otomotiv grevi sırasında Reno, Mako ve diğer fabrikalardaki grevci işçiler fabrika avlularında topluca Cuma namazı kılmışlar ve bu kez namaz fotoğrafları medyanın “ideal işçi” görüntüsünü oluşturmuştu. O mübarek Cuma günü namazı kıldıran imam önemli bir uyarıda bulunmuştu: “Kıymetli kardeşlerim, hâlâ zaman zaman aklınızı çelenler olabiliyor. Burada birliğimizi beraberliğimizi bozmadığımız sürece inşallah zafer nasip olacak. Mevlam utandırmasın” (Bursa’da Bugün, 22.05.15).
Hadi diyelim bunlar o kadar önemli değil… Gerçekten de önemli değil. Koltuklar elbette temiz kalsın, işçiler topluca namaz kılsınlar… Beni asıl yaralayan, Soma’da üretim maliyetini düşürmek için işçinin can güvenliğini hiçe sayan patronlar yüzünden 301 işçi öldüğünde onların matemini tutan Zonguldak işçilerinin göz yaşları içinde el ele tutuşarak, bir slogan bile atmadan sessizce saygı duruşu yaptıkları sahneydi (bunu galiba dördüncü kez yazıyorum).
“İşçinin sessizliği” sahnesi… Acının ve çaresizliğin yarattığı suskunluk… Dünyanın başka yerinde ve tarihin başka bir zamanında kâr uğruna böylesine alçakça bir toplu cinayet işlendiğinde işçinin nasırlı yumruğu patronların beyninde balyoz gibi patlamaz mıydı? Hatırladınız mı “balyoz gibi patlayan nasırlı yumruğu”?
Böyle duygusal bir yazıyı, gençlerin dediği gibi, “tahlil kasarak” bitirmek uygun olur. Şöyle denebilir: Günümüzde işçi sınıfı patronlardan, tarikatlardan/cemaatlerden ve sendikalardan oluşan üçlü bir kuşatma altında tutulmaktadır. Üçüncüsü, alenen maddî sömürüye dayalı en sıkı kuşatma, aynı zamanda bir denetim sistemidir. Aydınlık yazarı ve Vatan Partisi İşçi-Sendika Bürosu Başkanı Yıldırım Koç’un sendika yöneticilerinin mal varlığını isim isim açıkladığı yazılarını her sosyalistin kesip sabahları önünde durup yüzünü yıkadığı aynanın bir köşesine yapıştırmasını öneriyorum. Ayıltıcı bir etki yaratabilir.