İşsizlik rakamları, TÜİK tarafından düzenli olarak her 6 ayda bir açıklanıyor. TÜİK işini görece yapıyor. Her ne kadar açıkladığı oranlar ve yöntemler tartışmalı olsa da…
İşsiz sayımız binde 8’lik bir artışla 3 milyon 225 bin kişiye ulaşmış. Konfederasyon ve sendikaların yaptıkları araştırmaya göre ise bu rakam gerçek işsizlik oranının çok altında.
İşsizlik devlet politikasının bir sonucudur. Devlet özel sektöre teşvik vererek istihdamı artırıp, işsizliği önleyemez. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ilk yapılan iş iktisat kongresi toplayarak, kalkınma planının temellerinin atılması oldu. Elde ne vardı ve neler yapılabilirdi? 1932-1950 arasında uygulanan ekonomi politiklarında “Devletin ekonomideki etkinliğini artırma” amacı vardı. Bu yüzden 1933 yılında Sümerbank kuruldu. Bu bir tek örneği.
Tarım alanında çiftçiye teşvikler verilerek tarımda makineleşmenin önü açıldı.1950’lerden sonra barajlar yapıldı. Tarıma destekle birlikte sanayileşme sürdü. Bunların hepsi birer hükümet değil, devlet politikası olarak hazırlandı ve uygulandı. 1960 yılında Devlet Planlama TEŞKİLATı (DPT) kuruldu ve 5’er yıllık kalkınma planları hazırlanıp uygulandı. Ta ki 1980’e kadar. 1980 sonrası devletin sanayileşme tarım yatırımları azaltıldı. Özellikle de kamu kurumlarının özelleştirilmesi ve yeni istihdam yaratma işinin özel sektörün planlarına bırakılmasıyla devlet artık, plan yapıp uygulayan değil, rica eden konumuna geldi.
Devletin planları arasında artık yol yapımı var. Elbette ki yollar, gelişmişliğin göstergesidir ama eğer üzerinde giden aracı, o yolu yapan ülke üretiyorsa.
Artık duble yollarımız var ama üretilen malları dünyanın dört bir yanına taşıyan TIR’lar hayli az. Artık duble yollarımız var ama işsizlik oranı ister gerçek, ister manipüle edilmiş olsun, giderek artıyor.
Çünkü biz artık, fabrika kurmuyoruz (Montaj sanayi ve yabancı sermayenin içecek fabrikalarını saymazsak). Planlı ekonomi ile kurulan Sümerbenkları kapattık, TEKEL’i; TÜPRAŞ’ı, TELEKOM’u, PETKİM’i sattık. Lokomotif üretirken ithal etmeyi seçtik. Çay üreticisine kota koyduk, İngilizlere pazarımızı devrettik. Koskoca TEKEL parça parça edilip satıldı. Alkollü içki fabrikalarını en son alan İngiliz firması Diego, Tekirdağ Rakı Fabrikası’nı kapattık. (Bu arada İngiltere-Hollanda ortaklığı olan Ünilever şirketinin ABD’li bir şirkete satışına İngiliz hükümeti izin vermedi) Yabancı sermayeye sattığımız fabrikaların bir kısmı kapatıldı. Arazilerine rezidanslar dikildi. Bu rezidans dairelerini Araplar aldı.
Artık tarımsal üretimimiz, ihtiyacımızı karşılayamıyor. Çünkü kota koyarak, ithal ve genetiği bozuk ürünlere pazarda yer açtık. Nüfus arttı, tarımsal üretim bitme noktasına geldi. Tarımla geçinemeyen çiftçi, borçlarına karşılık arazilerini sattı. Alanlar da üzerine rezidans yaptı. O rezidansların sahipleri de Araplar.
Kapanan fabrikaların işçileri, arazisini satan üretici ve çocukları işsiz kaldı. Ama o arazilere, o fabrikaların yerine dikilen rezidanslarda, o rezidansların inşaatlarında, rezidanslarda yaşayanlar için açılan AVM’lerde, otopark ve oto yıkamacılarda yarım yamalak Türkçeleriyle Araplar var. Üretim yabancı sermayeye teslim.
Türkiye’nin kalkınması mı? İşsizlik mi? Bir sonraki plana inşallah!