Geçenlerde bir alışveriş merkezinde dolaşırken istemeden yanımdakilere kulak misafiri oldum. Konuşmalarından beyefendinin öğretim üyesi olduğunu anladım. Dersleri arasında uzun saatler boşluklar olduğundan ve bu boş saatlerde beklemekten yorulduğundan söz ediyordu. O yüzden de dinlenmek için şişme yatak arıyormuş. Yorgunluktan çok herkesin akademisyenler için “yan gelip yatıyorlar” demesinden şikayetçi ama bu arada şişme yatak arayışına da devam ediyor. Dayanamayıp atıldım; “Şişme yatak bulursanız siz de sanırım yan gelip yatacaksınız” deyiverdim. Zaten sanırım dokunulmayı bekliyormuş. Herkesin böyle düşündüğünü, aslında böyle olmadığını, bir dersinin sabah, diğerinin akşamın bir saatinde olduğunu iki dakikada anlatıverdi. “Hocam sendikalı mısınız?” dedim tahmin edeceğiniz gibi değil. Yatak arayan ama asıl çözüm için hiçbir şey yapmayan akademisyen sadece şikayet üretir. Oysa öğretmenler, hayatımızda sadece kitaplardaki bilgileri anlatmak için yoklar. Aynı zamanda hepimiz için ama en çok da gençler için rol modeller. Hakları için mücadele eden, savunduğu fikirler adına örgütlenen bir öğretmen, anlatacağı teoriden önce kendi pratiğiyle ders verir. Sendikaların çoğunda hatta neredeyse tamamında eğitimleri akademisyenler verir. Bu eğitimlerde, sendikal mücadelenin teorisi ve pratiği öğretilir. Birkaçını tenzih ederek yazıyorum, çoğu bu anlattıkları mücadelenin kıyısında ya da köşesinde olmamıştır. Çırağı olmadığınız işin ustası olamazsınız. Mücadele etmeden alınabilmiş bir tek hak yoktur.
Şişme yatak bulundu mu, bilemem ama özelleştirmenin eğitim boyutu sanırım fazlasıyla derin. EĞİTİMde özelleştirme hem eğitimin kalitesini düşürdü, hem de eğitim emekçilerinin haklarını ciddi anlamda tırpanladı. Bu şişme yatak mevzusu iki boyutu birden açığa çıkarıyor aslında. Sabah fabrikaya giren işçi gibi kart basan akademisyen, akşam ancak kart basarak çıkabiliyor okuldan. Oysa özgürlük tanınmayan bir akademisyenin yaptığı işten mutlu olması ve kendisini geliştirmek için de, eğitimin kalitesini artırmak için de bir şey yapması beklenemez. EĞİTİM kurumu açmaktaki asıl amaç kâr etmek olunca, herhangi bir ticarethaneden farkı kalmıyor okulların. Ama yine de en çok mücadele etmesi gereken en eğitimli kesimdir. Yatmak yerine harekete geçmek, çürüyen sisteme neşter vurmak önce eğitim camiasının işi. Düşünen, sorgulayan ve değiştirme yeteneği olan nesilleri ancak onlar yetiştirebilir. İşçi sınıfının her hak kaybında kapısına dayandığımız sendikacılar kadar teslim olmuş eğitimcilere de aynı tavrı göstermemiz gerekmiyor mu?
EN UCUZ CAN İŞÇİNİN
İş güvenliğiyle ilgili hazırlanan yasal düzenleme 2020 yılına ertelendi. Kamu işyerleri ve 50’nin altında işçi çalıştıran az tehlikeli sayılan işyerlerinde de ölümlü veya ağır yaralanmalı kazalar olabiliyor. Şimdi ne yapmak gerek? 2020 yılına kadar ölmemek gerek galiba. Hadi hepimize kolay gelsin. Diyelim ki 30 işçi çalıştırıyor ve plastik enjeksiyon tezgahı imal ediyor. İşçilerden birinin koluna demir parçalardan biri düştü. Aslında bu sadece diyelimki değil yaşanmış bir örnek. Yıllar önce makine ressamı olarak çalıştığım bir işyerinde toplasak 10 işçi ya var ya yok. Genç 15-16 yaşlarında bir işçinin kolu ezildi. Babası da aynı yerde çalışıyordu. İşverene dava bile açamadılar. Çünkü eve ekmeğin gitmesi gerek. Şimdi kalkmış AKP Hükümeti Üretim Reformu Paketinde bulunan iş güvenliğiyle ilgili kritik maddeleri 2020 yılına erteliyor. Sonrası allah kerim dedikleri cinsten. İşçinin canı işverenin insafına değil devletin yasalarına emanet edilmeli.